/i/Sözlük İçi

sözlük içi.
  1. 1.
    +9 -1
    Uç Keklik Yumurtası

    14-16 Haziran 1994 Dema Dağı
    Şafak karanlık... Karakoldan her çıkışımda, içimden bir şeyler kopar gibi oluyor. 7 aydır durduğum karakol artık evim gibi... Ondan her uzaklaştığımda korku çöküyor içime, nedenini ben de bilmiyorum. Sanki hayatımın bütün bölümü burada geçmiş, burada doğmuşum ve burada öleceğim gibi bir his var içimde. Karakoldan çıkış yapıyoruz... Önde Özkan Asteğmen, sağında Mehmet Ali solunda Amasyalı Cihan arkalarında bizler. Konvoyu karşılamak üzere Dema Dağı'na pusuya gidiyoruz. Yolumuz uzun, 15 asker 1 komutan. Silahlar elimizde, çantalar sırtımızda... Önce Allah'a emanet, sonra kendimize...

    Not: Resimdeki öz abimdir kendim shopladım. Hikaye abim tarafından yaşanmış tamamen gerçektir.
    ···
  2. 2.
    +5
    Bir noktaya gelince duruyoruz. Operasyon bölgesi burası olmalı. Kendimize mevzii seçiyoruz. Seçtiğimiz yerin üstünden kuşlar uçuyor. Keklik bunlar... Mehmet Ali, sesleniyor, "kekliğin yuvası var burda." Yanına gidiyoruz. Evet yuvada üç tane yumurtası var kekliğin. Anne keklik bir türlü geri dönmüyor. Mehmet Ali, yumurtaları hemen pamuklara sarıyor. "Ne yapacaksın bu yumurtaları, yiyecek misin?" diye soruyorum. "Hayır, sıcaklığını koruyabilirsem, keklik civcivlerimiz olur. Anne kekliği uçurduk. Vicdan azabı çekiyorum." Operasyon devam ediyor. Mehmet Ali, yumurtaları pamuğa sarıp üstünü gazlı bezlerle bantlıyor. Aklınca civcivler ölmeyecek. Bu arada sanki dağlara meydan okurcasına ilerliyoruz. 40-50 dakika ilerledikten sonra Tim Komutanı çök işareti veriyor. Mehmet Ali, "oğlum üç şehidimiz var" diyor Yanıma gelen Mehmet Ali, "oğlum üç şehidimiz var" diyor. Ben, "hadi lan ne şehidi?" diyorum gayrı ihtiyari. Tam bir tevekkülle "la yumurtaların üçü de kırılmış oğlum" diyor. Önemsiz bir şeymiş gibi yapmak istiyorum: "kola kutusunu fazla sallamışsındır."
    ···
    1. 1.
      +1
      Özelden bi soru sorudum cevap ver kanka
      ···
  3. 3.
    +2
    Panpalarım önden seri bi şekilde imla kurallarınada uyarak yazmayı planlıyorum elim klavyede hızlıdır. 2 dakikada 1 part.
    ···
  4. 4.
    +4
    Keklik yumurtalarının kırılmasından işaretler alan Mehmet Ali'yi teselli etmeye çalışıyorum: "Boş ver, canın sağ olsun devrem, keklik gene yumurtlar, biz onu yemle besleriz, sen kafanı takma." Karakol artık gözükmüyor... Gideceğimiz yere de yaklaşıyoruz. Her yarım saatte bir çök veriyoruz. Geçeceğimiz tepenin yamacına öncüler gidip bakıyorlar. 3,5 dakika araziyi gözetleyip, temiz olup olmadığına bakıp ilerliyoruz. Ve gene çök verdi Tim Komutanı. Mehmet Ali'yi çağırdı komutan. Artık gideceğimiz tepe gözüküyor, tepenin yanından konvoyun geleceği yol da gözüküyor. Tepede eskiden kalma bir iki mevzii var. Yola hakim olan tepenin arkası gözükmüyor. Tepeye yaklaştığımızda Komutan, Mehmet Ali'yi ve Cihan'ı yanına alarak önden gidiyor. "Siz yamaçta kalın" deyip, bize de mevzii yeri gösteriyor. Arka tarafı emniyete almak için, tepeye doğru ilerlemeye başladılar. Komutan, Mehmet Ali ve Cihan... Onlar tam tepeye varmadan kıyamet koptu...
    ···
  5. 5.
    +2
    Biz alt tarafta kaldığımız için, ilk mermide ateş edemedik. ilk ateşi yiyen öncüler oldu ama gene yılmadan karşılık veriyorlar. Bir grup da, bizim tam karşı yamacımızdan bize ateş etmeye başladı. iki taraftan ateş yiyoruz. Yukarıda ne olup bittiğini bilmiyoruz. Devamlı karşılıklı silah sesleri geliyor. Bizi de önümüzdekiler rahat bırakmıyor, biz de onlara karşılık veriyoruz. Neticede yukarı yardıma gidemiyoruz. Hedef küçültecek bir yer yok, sürünerek bile gidemiyoruz. Bir ara bir feryat yükseldi. Biri bağırıyordu, acı bir sesle... "Allahım, inşallah bizimkiler değildir" dedim içimdin. Komutan, Mehmet Ali ve Cihan... Aklımız yukarıdakilerde, üç kişi üstümüzde çatışıyor. Ve biz daha kalabalığız ama yardıma gidemiyoruz. Karşılıklı silah sesleri, giderek kesildi. Yukarıdan hiç ses gelmiyor. Orda hayat durmuştu sanki. Artık ne bir feryat, ne de bir silah sesi geliyor... Karşımızdaki grup gözükmüyor... Ateşe de karşılık vermiyorlar.
    ···
  6. 6.
    +3
    Bizim Konvoy yaklaşıyor. Apocular konvoyun geldiğini görüp ateşi kesmişler. Konvoyu pusuya düşürmek için ateş etmiyorlar, sesten ürkmesinler diye. Biz konvoy yaklaşınca, karşı tarafa seri şekilde ateş ettik. Konvoy pusudan kurtuldu. Bu sefer, onlar konvoya ateş etti. Konvoydan gelen ateşle beraber, ateş üstünlüğü sağladık. Biraz da konvoy, Apocular'm görüş mesafesine ters. Apocular'm planı bozuldu. Apocular kayıp veriyor, iki taraftan bastırıyoruz.. Bizim karşımızdaki grup dağıldı. Komutan, Mehmet Ali ve Cihan... Yukarı sessizdi, biz daha fazla dayanamadık. Osman hedef küçülterek tepeye doğru sürünmeye başladı. Biz de o tarafa doğru silahların namlularını çevirdik. "inşallah arkadaşlarımız sağdır" diye mırıldanıyorum kendi kendime. Tepeye sızan Apocular, taciz ateşine başladılar. Fakat biz onlara karşılık verince, bir daha ateş etmemek üzere sustular. Osman, ateş yağmuru içinde sağa sola zıplayıp kaçıyor. Osman, adeta mermilerle dans ediyor. Onun yara almaması, Allah'ın işi. Biz karşı tarafı susturunca, Osman da rahat bir şekilde mevzi alıyor.
    ···
  7. 7.
    +3
    Vatan Sağolsun

    Sanırım yarım saat sonra, destek timleri bölgeye yardıma geldiler. Konvoyda kayıp yok, karşı tepedeki Apocular da ağır kayıplar var. Mg-3 üzerine düşen her damla göz yaşım, bana Tim komutanımı, kuşlar gibi uçmak isteyen can dostum Mehmet Ali'yi ve Amasyalı Cihan'ı hatırlatıyor. Ve ben, on aydır ekmeğimi, suyumu paylaştığım dostlarımı, silah arkadaşlarımı koruyamamıştım. Onlar göğüs göğüs'e çarpışırken, ben yardımlanna gidememiştim. Güneş her zamanki gibi, karakolun boyalı pencereleri­nin arasından koğuşa sızıyordu. Her şey normal, herkes uyuyordu. Birazdan yapacağımız iştimadan sonra yeni bir göreve gidecektik...

    Ama sağa baktığımda, Mehmet Ali ve Cihan ranzasında yoktu.
    ···
  8. 8.
    +2
    Panpalarım okuyan varmı devam mı?
    ···
  9. 9.
    +1 -1
    up up up
    ···
  10. 10.
    +1
    Panpalar hazırda 6 part var kedilerimi beslemeye bacaya çıkıyorum geldiğimde okuyan varsa seriden atacağım.
    ···
  11. 11.
    +1
    Cevizli Sucuk Operasyonu

    Görev emri almıştık... 60 yaşlarında bir köy koruyucusu, karısını ve karısının dostunu öldürüp, dağa kaçmış. Aylardır da yakalanamıyormuş. Mevsim kıştı... Köy Korucusu, kış şartlarına daha fazla dayanamamış köye akrabalarının yanına inmiş. Biz, böyle bir istihbarat almıştık. Önce bölgeye yakın bir jandarma karakoluna gideceğiz. Oradan da akşam bölgeyi bilen rütbelilerle, köye baskın yapıp katili yakalayacağız.

    - Yüksek tutuş!
    - Kurma kolu çek!
    - Jarjör tak!
    - Kurma kolu bırak!
    - Emniyeti elle, gözle kontrol et!
    - Esas duruş!
    - Araç başına marş marş!

    Operasyon öncesi, bu sözlere bayılıyorum. Sanki göreve değil, çatışmanın tam ortasına eğlenmeye gidiyormuşum hissi veriyor bana. Bazen kendi kendime soruyorum, Türklük dedikleri şey bu mu acaba?

    Her timin kendi şoförü var. Bizim şoför Hasan'ı, başka yere göndermişler. Yerine acemi birini vermişler. Hasan'a alışmıştım, her operasyona beraber giderdik. iyi de şofördü, çok tehlikelerden kurtarmıştı bizi.

    Araçlar, bölükten çıkış yaptı. Muş'a doğru ilerliyoruz... Yol gittikçe, ölü bölgeye düşüyor. Sarp kayalar, sanki üstümüze düşecek gibi... Araç ilerledikçe yolun durumu daha açık görünüyor. Yolun sol tarafı tam bir uçurum.. Şoför bir metre sağa kırsa, aşağıda parçamızı bulamazlar. Şoför korkuyordu, hareketlerinden hissettim. Önce "sakin ol korkma" deyip teselli etmeye çalıştım. Çocuk hem acemi hem de ilk defa göreve gidiyor. Çocuğa kızıyorum ama o an ona ihtiyacımız da var. Bu yüzden susuyorum.
    ···
  12. 12.
    +2
    Devamlı "sakin, yavaş, dikkatli ol" deyip, onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Bu sırada o bana abi korkuyorum' deyince, artık kendimi tutamadım. "Ne korkması lan" deyip kızdım.Ama sakin olmam gerekiyordu. Hava kararmaya başladı. Hafiften çiselemeye başlayan yağmur, yolu iyice kayganlaştırdı. Çamur sanki bizim landtı uçuruma sürüklüyor. Land sağa sola kaydıkça, Allah'a yalvarıyorum. O an, ondan başka kimse bize yardım edemezdi. Yaklaşık 2 buçuk 3 saatlik bir yoldan sonra, "hadi oğlum, hadi aslanım" diyerek yolu tamamladık.

    13 aydır çatışmalarda dökmediğim ecel terlerini, bu yolculukta döktüm. Jandarma karakoluna vardığıma, hiç bu kadar sevinmemiştim. Land durduğunda, şoför de kendinden geçmişti. Eli ayağı titriyordu. Onun için de kolay değildi, 7 can taşıyordu. Hava karardı, karanlıkla beraber yağmur da hızını arttırdı. Yağmur ve çamur ikilisi, bize karşı yine birleşti. Bir buçuk saat karakolda kaldıktan sonra, karakoldan çıkış yapıyoruz. Tekrar Landlara binerek köye doğru yola koyulduk. Bu sefer yol, öncekinden daha kötü. Allah'tan şoför değişti. Araçlar ışıkları kısarak, yolun üzerindeki mezraya yaklaştı. Landlar durunca, atlayarak sağa sola dağıldık.
    ···
  13. 13.
    +4
    Yanında durduğumuz evden biri çıktı, sakallı, zayıf bir adam... Yola bundan sonra onunla devam edeceğiz.. Sakallı adam, üzerine bir panço alarak, bize karıştı. 3. tim önde, bizim tim arkada, karanlığa doğru ilerliyoruz. Ben her zamanki gibi en arkadan geliyorum. Yağmur, çamur ve karanlık, isyan bayrağını çektiriyor. Bir saat kadar ilerledikten sonra, su sesi geliyor. "Yok yok" diyorum, "bu havada sudan geçilmez" ama su sesine, gittikçe yaklaşıyoruz.

    Su sesine yaklaştıkça içimdeki yoklar da bitiriyor. "Aman Allah'ım, dereden karşıya geçeceğiz." Ön taraftaki arkadaşlar, sudan geçmeye başladı. Derken ben de suyun içinde buldum kendimi... Su, bacaklarımdan yukarı doğru çıkıyor. Su, buz gibi...

    Silahlar yukarda... Suyun içinden, silahları birbirimize uzatarak geçtik. Belden aşağımız, sırılsıklam oldu.
    O ara, askere gelmeden önce imrendiğim sat komandoları geldi aklıma. "Al işte" dedim kendimce, "al sana sen de sat komandosu oldun" dedim.

    Beyler Partlara şuku atarmısınız hikaye yarım kalmayacak kendimi duvara anlatıyormuş gibi hissediyorum sayımızı bilelim.
    ···
  14. 14.
    +5
    Yağmur, çamur, su... Kime, neye kızayım bilmiyorum. Köye yaklaştık. Ortalık, evlerin ışıklarıyla biraz aydınlandı. Yanından geçtiğimiz eski bir evin kapısı, aniden açıldı. içerden çıkan karaltının üzerine silahı doğrulttum. Elinde su bidonu, esmer genç bir kadın. Korkmuştu, konuşamıyordu. 3-5 saniye o kocaman gözleriyle bana baktı. Kadının zararsız olduğunu anlayınca, namluyu ondan başka tarafa doğrulttum, çıktığı kapıdan hızla içeri girdi. Meğer benimle birlikte bizim çocuklar da arkamdan kadına namluları doğrultmuş. Arkamı döndüğümde, çocuklar bana bakarak "hadi" dediler "devam." Arkayı ikilemişiz. Can dostum Yusuf, tek gelmeme dayanamamış, o da ardımda...

    Katil Köy Korucusunun olduğu sanılan 2 evin etrafı sarılmış, çök'te bekliyorduk. Önden beni çağırdıklarını söyle­diler. "Niye ben?" diye şaşkınlıkla, eğilerek bölük komutanının yanına doğru ilerledim.

    - Emredin komutanım...
    - Çavuş, yanına üç kişi al, sürünerek evin arkasına git! Dikkatli ol adamlar silahlı...
    - Biri çıkarsa 'dur de' durmazsa gerekeni yap. Benden hiçbir cevap alamayınca sordu:
    - Yapabilir misin?
    - Emredersiniz komutanım...
    Evin arkasına doğru ilerlerken ne dur demesi çıkanın beynine indiririm bunlara yaşamak haramdır diyordum kendi kendime...
    ···
  15. 15.
    +2
    Bizim timden yanıma üç kişi aldım. Karşımızda iki ev var. Biz, iki evin arasından sürünerek arkalarına geçeceğiz. Evin camlarında perde yok. Ara sıra cama gelerek, dışarı bakıyorlar. Sürünerek biraz ilerledim. Cama biri yaklaştığı zaman duruyorum. Sürünürken her tarafım çamur oluyor. Çamur ağzıma da giriyor, tükürüyorum. Şimdi suratımı merak ediyorum. Adam camdan bakıyor ama daha bizi fark etmedi. Adam camdan uzaklaşınca, tekrar sürünmeye başladım. Eve doğru geldikçe hızlandım. Evin dibine gelince duvara sırtımı yaslayarak durdum. Sessiz olmalıydım en ufak bir ses, bütün çileyi boşa çıkarabilir. Bunu yanındakiler de en az benim kadar biliyor. Telsizle bilgi verdim ve beklemeye başladım.

    Telsizin sesi çok kısık. Oradan operasyonu takip ediyorum. Herkes aynı anda içeri girecek ama en kritik yerde biz varız. Buradan biri kaçarsa ya da kaçmaya kalkışırsa, o zaman ne olurdu ben de bilmiyorum... Telsizden beklenen anons geldi. Planlandığı gibi, büyük bir hızla evlere girdik. Evler arandı ama koruyucu bulunamadı. Arkadan da kimse çıkmamıştı, adam yoktu ya yanlış istihbarat alınmıştı. Belki de adam bizi fark etmişti. Telsizden "toplan" emri geldi. Bir evin çatısında toplandık. Bizimle köye baskına gelen köylü, katil köy korucusunu daha öğlen gördüğünü anlatıyordu komutanlara. Bir ara benim yanıma geldi. Bende de telsiz olduğu için, "komutanım buralardadır" dedi. "kim" dedim, "koruyucu" dedi. "Hadi lan, madem burada, hani nerde? onu da söyle... Benim için öğlen selam verdiği kişiyi, akşam ispiyonlayan biri, başından defedilecek biriydi.

    Görev bitmişti, adamı bulamamıştık. Yere yattığımız, süründüğümüz, yediğimiz çamurlar yanımıza kar kalmıştı. Landlara bindiğimde can dostum Yusuf seslendi:

    - Devrem aç mısın ?
    - Açım tabi...
    - Ceviz sucuğu yer misin ?
    - Yok bana Adana yaptırın, yanında da ayran olsun.
    - Madem istemiyorsun, senin hakkını da ben yerim.

    Yusuf, bana şaka yapıyor zannettim. Ama elinde gerçekten ceviz sucuğu var. Hemen üstüne atladım. Onca rezilliğe rağmen, dağ başında ceviz sucuğu bulmamız, beni mutlu etmeğe yetti. Ayrıca hepimizin sağlığı yerinde. Bundan güzel şey var mı dünyada? Üstelik ellerimizde cevizli sucuk... Sonradan öğrendim, cevizli sucuk, komutanımızın ikramı imiş... Bu operasyonun adı yola çıkarken 'Katil Köy Korucusu Operasyonu' idi. Dönüşte sadece cevizli sucuk kaldı aklımızda, operasyonun adını 'Cevizli Sucuk Operasyonu' koyduk...
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +1
    Taciz

    Aylardır karakolun etrafındaki tepelere, patikalara pusu atmaktan sıkılıyor insan... Her gün aynı olayların hayalini kurmak, birinin karakola sızmasını düşünmek, acaba nerden roket gelir, nerden yaklaşırlar, nasıl sızarlar diye her gece düşündüğümüz taciz planları...
    Hep biz onları bekledik...

    Aslında hep istemişimdir bir Pkk kampına sızmak, elimde dizdiğim 7-8 el bombasını onların mevzilerine atmak, onlara baskın yapmak ama nasip olmadı. Yaklaşık 1.5 aydır karakolun yakınındaki tepelere, patikalara gece-gündüz pusu atıyoruz, bazen 'ya Pkk da gelmiyor' deyip dalgaya alıyorduk.

    Karakol komutanı, nadir pusu attığımız Domuz Tepe'ye pusu atacağımızı söyledi. Sabah karakolun 700 metre ilerisindeki hendeklere gidip gözetleme yapıyorduk. Karşımızda her zamanki gibi sarp kayalar, ağaçlar, patikalar, normal bir doğu görünümü... Bazen keçiler ve koyunlar geçer. Bir de gökyüzündeki yolcu uçakları, uçak gözden kaybolana kadar bakardık. Karakola dönmeyecektik. Bunun nedenini ben de anlamamıştım. Aylardır kendimce teori kurmaktan sıkılmıştım artık. Şuradan gelirler, buradan ateş ederler. Gerçi gündüz vakti kim gelirdi ki, ara sıra gözcüler mevziiden etrafı gözlüyordu, her şey normaldi.
    ···
  17. 17.
    +2
    Doçka

    Her şeyin normal olduğu gün, sağımıza solumuza düşen mermiler bozmuştu. Hemen tam siper alıp, ateşin geldiği yöne doğru ateş etmeye başladık. Ama karşı taraftan gelen doçka sesleri şaşırtmıştı beni. Bir ara Tim komutanıyla göz göze gelince doçka olduğunu onun gözlerinden anlamıştım. Karakol 7 aylık suskunluğunu bozmuştu. Hem de gündüz ve Doçkayla... Ama biz onlara karşılık verirken karakoldan da ses gelmiyordu. "Bir ara duymadılar mı acaba?" dedim. G-3 olsa neyse dokçaydı bu, duymuş olmaları lazımdı. Doçkayla birlikte, uzun menzilli Kannaslar'la da bizi yüklüyorlardı.

    Taciz yerini artık bire bir çatışmaya döndürmüştü. Karakol nihayet 120'lik havanları davar sırtına atmaya başlamıştı. Onunla birlikte, uçaksavar da ateş ediyordu. 120'lik havanlar karşı tepeyi yoklayınca, sıkıntılı dakikalarımız bitmişti. Bizim tim de karşı tarafa doğru, rahat ateş etmeye başladı.

    Ateş üstünlüğü, karakoldan gelen destekle bize geçmişti. Pkk susmuştu. Karşılık gelmeyince onlar da kayalıklara saklanmış ve bize hedef kalmamıştı. Karakolda havan ve uçaksavar atışını kesmişti. Bu sefer Apocular saklanıyordu, kafalarını kaldıramıyorlardı. 'Baskın basanındır' lafı da o saatte tarih olmuştu bence. Karşı taraf ateşi kestikten sonra gözden kayboldu. Kayalıklar onlar içindi. Sanki her zamanki işlerini kusursuzca yerine getirmişlerdi, kaçmışlardı.
    ···
  18. 18.
    +1
    Mermi sesleri kesildikten sonra, jarjör değiştirirken etrafa bıraktığım boş jarjörleri, hücum yeleğime yerleştirmeye başladım. Mermim azalıyordu, akıllıca hareket etmeliydim. Gerçi karakol yakındı ama ben elimdekiyle yetinmeliydim. Susamıştım, çantam hendeğin köşesindeydi. Sürünerek hendeğin köşesine doğru ilerledim. Çantamı açtım ped şişeyi çantamın yanındaki yerinden çektim. Suyu yan tarafa doğru dikerek içmeye başladım. Tam karşımda bizim tim çavuşu, bana bakıyordu. Suratındaki kanlar, mevziiye dökülmüş hiç kımıldamıyordu. Ben de dona kalmıştım. Suyu yere bırakıp ona doğru sürünmeye başladığımda, kımıldamaya başladı, yaşıyordu. "Lan su getirsene salak, sabahtan beri sana bakıyorum su getir" diye bana bağırdı. Suratındaki kandan haberi yoktu, "lan suratın kan ne oldu sana?" dediğimde ne kanı deyip elini suratına sürdü.

    Kanı görünce, bir an yüzü ekşidi. Elimle kafasını yokladım, küçük bir yara vardı. Oradan akan kan, suratını kaplamıştı. Sonra "alnın kanamış oğlum" deyip güldüm, "uyuz itin yarası ekgib olmaz" dedim. Çavuş sonra hatırladı. "Yanıma komutan geldi sürünerek, o esnada anlım acıdı bir anda. Ama çatışmanın etkisinden anlamadım. Büyük ihtimalle boş kovan gelmişti" dedi. Hemen suyla suratını temizledim, kanı gören tim panik yapmasın diye. Çavuşun küçük kovan çarpması dışında başka yarası yoktu. Tim Komutanı herkesi tek tek dolaşıyordu, "zayiat var mı yok mu?" diye. Komutanın her zaman "Allah'a şükür atlattık" deyişi her zaman hoşuma gitmiştir. Havan sesi, doçka sesi bitmiş yerini hayat kendini sessizliğe bırakmıştı.
    ···
  19. 19.
    +1
    Artık çatışma bitmiş, kaçanlar kaçmıştı, her zamanki gibi. Yerimize başka bir timin gelmesiyle, biz hızla ve eğilerek hendekleri boşalttık. Karakola geldiğime hiç bu kadar sevinmemiştim. Acıkmış ve susamıştım... Karakolun ışıkları sönüktü her zamanki gibi. Biz ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra hazır kıta beklemeye başladık. Hava karardıktan sonra hiçbir olay olmamıştı. Biz hazır kıta beklerken, bazıları çatışma anılarını büyük bir heyecanla birbirine anlatıyordu.

    Bizim çocuklardan biri, "Pkk bir karakolu basarken, havanlarla saldırmış" filan dedi. Ben de "yok daha neler, tank filan da gelmiştir" deyip dalgaya almıştım. Evet o sallıyordu. O da bunun farkındaydı. Ama yalanını yutmak istemiyordu. O ara karakol komutanı içeri girdi, "ulan millet dışarıda pusuda, sizi koruyor. Siz burda laf ebeliği yapıyorsunuz. Size ne ? adamlar tankla gelir, topla gelir. Siz onlara nasıl karşılık vereceğinizi düşünün" diye bizi sertçe azarladı. Biz her zamanki gibi, kafalar önlere eğik, düşünme pozisyonu geçtik. Biz o ara hiç konuşmadık. Fırçayı da yiyince susmuştuk. Sabaha karşı hava aydınlanmadan nöbet değişimi oldu. Karşı tepeler gözükmüyor, ordalar mı gittiler mi bilmiyorduk. Hava aydınlanmaya başlamıştı... Güneş insana vurdukça sanki üzerinde buz varmış da çözülüyormuş gibi oluyordu.
    ···
  20. 20.
    +2
    Gece sivrisinek, gündüz karıncalar

    Sabah olmuş gün ağarmıştı, artık dürbünle karşı tepeyi yokluyorduk. Ama görünürde hiç bir şey yoktu, gitmişlerdi. Artık sırayla uyumaya başlamıştık. Biraz dinlenmiş, nöbet değişimi yapıyorduk. Güneş tam tepemizdeyken uyku haramdı bize. Gece sivrisinek, gündüz karıncalar... Tabi onların da teröristlerden az kalır yanı yok. Bir ara şeker getirip, uzağa döküp karıncaların dikkatini o tarafa çekiyorduk, işe de yarıyordu aslında. Saatler ilerledikçe tepelerin her karesi dürbünle izleniyor, gözcünün son sözü yine "temiz" oluyordu. Ve havanlar patlıyor! 100-150 metre sağımızda, sanki deprem oluyor gibi Domuz Tepe sallanıyordu. ilk defa havan mermisinin hedefi bizdik. Bizim arkadaşın akşam salladığı hikaye gerçek olmuştu. Ve biz de bu hikayenin kahramanlarıydık şimdi. Havanı yiyince şaşırdık, siper aldık ama nereye ateş edeceğimizi bilmiyorduk. Sadece havan geliyordu, silah veya doçka sesleri yoktu. Sağımıza solumuza, önümüze arkamıza havanlar iniyordu.

    Derken bizim karakoldan havanlara karşılık geldi. 20-25 dakika sürdü çatışma. Allah'tan bize denk gelmedi havanlar, şehit vermedik. Bu 25 dakika bize bir asır gibi geldi. O an ne yapacağımızı bilemedik. Normal çatışma eğitimi almıştık, pusu eğitimi almıştık. Ama havandan kaçma eğitimi almamıştık ya da biz hatırlamıyorduk. Havanlar susmuştu. Onlar da bizimkiler de havanı kesmişti. Bizim ağır silahlar, onların olduğu yerleri yokluyordu. Ama kayalıklar buna müsaade etmiyordu. Kaçmışlardı gene her zamanki gibi. Bir an içimden bu karakol mantığının saçmalığı geçti. Açık hedeftik, böyle. Bu mantık teröristlere avantaj sağlıyordu. Ben dağda bayırda, tıpkı onlar gibi yaşamaya razıydım.
    ···