1. 1.
    +21 -4
    o zamanlar küçüktüm daha yeni anlıyoduk öğreniyoduk karı kısmını 19 yaşında çocuktuk amk nolcak işte çok seviyoz falan öyle şeyler. ilk başlarda elini tutunca içim tuhaf olurdu böyle hissetmeye uzun bi süre de devam ettim. ilk 1.5 yılın sonunda doğru istanbula geldik üniversite için kız kuzeniyle eve çıkmıştı ben sürekli olarak gidip geliyodum tabi eve film izliyoz yemek yiyoz muhabbet falan ediyoz. ben gibik yurdumda yapamadığım ne varsa o evde yapar bulamadığım dinginliği orada bulurdum. beraber uyurduk beraber uyanırdık. uyandığında ilk onu görürdün bi başka gelirdi bana. ilkti işte anlarsınız. büyük aşktı işte kendimizce amk.
    ···
  2. 2.
    +17 -2
    kız tuhaftı. birbirinden farklı çoraplar giyerdi. makyaj yapmaz sadece göz kalemi kullanırdı. sadeydi ama iç titretirdi. bunu başarırdı anlayacağınız. bilirsiniz siz de. çünkü siz de yaşadınız. belki de yaşıyorsunuz. bazı kadınlar vardır. rakı bardağını öyle bi tutar ki milyon tane kadın denese öyle tutamaz o bardağı. sonra bu kadınlarla yürürken bilerek bir kaç adım geri durulur çünkü boynunun kavisini izlemek size büyülü gelir. dirseklerindeki ölü derilerin karaltısını seversiniz. sabah uyandığında ağzının ıhlamur kokusunu seversiniz
    ···
  3. 3.
    +11 -1
    yemek bir seromoni. temsili bi şey. genç insanlar da evcilik oynar. ben oynadım. sizi bilmem. iki lokma tıkıştırıp ağzımıza başlardık konuşmaya. 2 sene konuştuk. hiç bıkmadık. çünkü her konuşma başka bi dünya gibiydi. cemal süreya severdik. şiir okurduk yalnız kalınca. o yemeklerde de okurduk. müzik olmadan dans ederdik örneğin. tutup kaldırırdım onu. sevişirdik de. sonra oturur yemeğe devam ederdik. böyleydik
    ···
  4. 4.
    +11 -1
    geceleri rüyalarında ağlardı. yanına uzanıp onu izlerken ben de ağlardım. göğsünü yarıp bütün sıkıntılarını içime sokmak ve orda hapsetmek isterdim onları. ejderi çukura hapseden bir zeus gibi ya da insanlara hastalıklarını emerek şifa dağıtan yeşil yolun john coffey'si gibi. bazen dayanamaz çıkardığı seslere uyandırırdım onu. sarılırdım sımsıkı kalkıp su getirirdim. yüzünün terini ellerimle siler dizime yatırıp uyuyana kadar saçlarını okşardım. nini söylediğim zamanlar bile oldu aslında
    ···
  5. 5.
    +11 -1
    dedim ya kız tuhaftı. yoksul birine dükkandan yeni aldığı ceketi üzerine daha hiç giymeden verirdi mesela. sonra şaşırmayı bilirdi. ne demek istediğimi anladınız mı? dünyaya geleli 18 yıl olmuş ve çevresinde dönen her şeyden haberdar olup yine de yeni doğmuş bir bebek kadar şaşkınlıkla izlerdi güneşin batışını ya da uçan uçağı ya da çiçeklenen ağaçları ya da... ve bunu ifade ederdi. heycan dolu. ışıldıyan gözlerle sana bakıp şöyle söylerdi: " gördün mü? gördün mü az önce neler olduğunu?"
    ···
  6. 6.
    +7 -3
    gibişiyomuydunuz
    ···
  7. 7.
    +9 -1
    evlerine gidttiğim zamanlarda bazen yalnız kalırdık kuzeni evde olmazdı ya da memlekete giderdi haftalarca iki kişi yaşardık. ben okula gitmek zorundaydım onun devam zorunluluğu yoktu. geldiğimde kapıda karşılardı beni. atlardı üzerime masaya kadar taşırdım onu. yemek ben gelmeden hazırlanmış tabi beyler. yemeğin tadı hakkında yapılacak yorumlar falan bekleniyo. ben kaşığı ağzıma zütürmeden o yemiyo ne diyeceğimi bekliyo amk
    ···
    1. 1.
      0
      2014'te yazmıştım bu hikayeyi. Hala yaşadıklarımın etkisinden tam anlamıyla kurtuldum diyemiyorum.
      Şimdi başlığı açtım tekrar bakayım nostalji olsun diye ama kendi yazdıklarımı okumaya korkuyorum. O nasıl bir kederdi amk.
      ···
      1. 1.
        0
        harbiden baştan sona okudun mu lan?
        ···
  8. 8.
    +8 -1
    tütsü falan yakıyomuş ev kokmasın diye. bana öyle söylüyo. mumlar yakılmış masanın üzerine koyulmuş. ben tadına bakıyorum yemeğin harbiden güzel olmuş. özenmiş belli. salatanın üzerine havuçlardan domateslerden aşkıma falan yazmış. ben kuduruyorum mutluluktan. ama babadan kaptığımız adamlık anlayışı gereği çok uzatmıyorum her sevinci tadında hatta yarım bırakıyorum. o beğenmediğim bi şeyler olduğunu düşünüp dudak büküyo. gözler halı desenlerinde düşünceler derin... bunu da çok uzatmıyorum. ağzım yağlı onunda öyle ama umrumuzda değil öpüyorum onu gönlünü alıyorum. beğendiğimi söylüyorum. kadınım diye hitap ediyorum. ona bunu yakıştırıyorum. bırak yakıştırmayı. saçmalık. ben ona bakınca bunu görüyorum amk
    ···
  9. 9.
    +8 -1
    oooo üniversite aşkları biten herkes burda *
    hikâye güzel..
    çoğumuzun var böyle hikâyeleri ve malesef o günler hiç geri gelmeyecek.
    gidenlerin de yolu, bahtı açık olsun..

    yazılarını okurken üniversitedeki eski evime gittim..
    uyuduğumu zanneden, mutfakta harıl harıl pasta yapmaya çalışan canım yarimi hatırladım.
    sanki şu anda o kapının arasından ona bakıyor gibiyim..

    yüreğine sağlık dostum.
    ···
  10. 10.
    +9
    FiNAL YAZISI

    okul bitmişti. biz hemen dönmek istemiyorduk memlekete. kuzenin evden gidişini bekleyip devamında bir süre birlikte kafayı dinlemeyi planlıyorduk. öyle de yaptık.

    bir akşam kuzenin gidişiyle birlikte ben yurttaki bütün eşyalarımı toplayıp kadının evine yerleştim. hava kararmıştı ve yorgundum. ilk gecemizi gelirken aldığım biraları karşılıklı oturup içerek geçirdik. sonraki günlerde omuzlarımızda sorumluluklar, akıllarımızda sorunlar olmadığı için sokaklara atmıştık kendimizi. hava sıcaktı. bizse sıcak olan her şeyi özlemiştik... ilk iş olarak kendimize birer müze kartı alıp bildiğimiz bütün müzeleri dolaştık birlikte. sonraki günlerde de sokaklardan ayrılmamıştık. geceleri omuz omuza vermiş iki savaş gazisi gibi sürüne sürüne dönüyorduk eve. sarhoştuk çoğu zaman. adımlarımız ağır, bedenlerimiz yorgundu. böyle gecelerin ertesinde dışarı çıkmazdık. oturup evde şiirler okurduk yine eskisi gibi. o yemekler hazırladı ve biz konuşmaktan yiyemedik yine. acıklı filmler de izledik. ağladık. ve geceler boyu seviştik. böyle yaşadık.

    memlekete döndüğümüzde, daha çok özlediğimiz ailelerimize ayırdık zamanlarımızı. sonra eskiden kasabada geçirdiğimiz zamanlar kadar sık olmasa da görüştük ara ara. kadında anlayamadığım bir tuhaflık seziyordum. bir din gibi doğmuştu aşkımız yeniden yürüdüğümüz yollarda. ama onun kafası hep başka bir yerdeydi. dalgındı. ben, eski kötü günleriyle dolu olan kasabaya yeniden dönüşümüze bağladım bunu ve çaresinin istanbula dönmemiz olduğunu düşündüm. neyi olduğunu sorup yarasını deşmek istemesem de kadını öyle görmeye dayanamıyordum. birkaç defa tutamayıp kendimi sordum. her soruşumda bir şeyinin olmadığını söyledi. inandım. bir erkek kadınına nasıl inanırsa öyle...

    bir gece evde otururken telefon çaldı. arayan amcamdı. babam telefonla konuşurken sesinin titrediğini farkettim. başımı çevirip babama baktığımda gözlerinden süzülen yaşları gördüm. konuşmakta zorlanıyordu. içim cız etti birden. babamı daha fazla öyle görmemek için odadan çıktım. geri döndüğümde babam elinde sigarasıyla oturuyordu. ona ne olduğunu sordum. babannemin çok ağır hastalandığını ve apar topar il dışına, babannemin yanına gideceğimizi söyledi. çok kötü görünüyordu. onu yalnız bırakmak istemediğim için burada, kadınla birlikte kalmayı düşünmedim bile. telefonla arayıp kadını durumu anlattım ve uzun bir süre uzakta olacağımı söyledim. o da üzgün olduğunu...

    memleketten ayrılalı bir buçuk ay olmuştu. her gün kadının aramasını bekliyordum. aramıyordu. geceleri uyumadan 15 dakika önce bana mesaj atıp bir iki laf edip uyuyacağını söylüyordu. içinde hiç duygu barındırmayan günlük raporlardan ibaretti konuşmalarımız. yapılması gereken birer iş gibiydiler kadın için. ben ise üstelemiyordum. mutlaka ailevi problemleri vardır diyip geçiştiriyordum içimdeki huzursuzluğu.

    bir akşam beni arayıp şuan huur çocuğu ve arkadaşlarıyla birlikte olduğunu ve bu insanların kendisi için çok önemli olduğunu ve hatta içinden birer parça olduklarını söyledi. namludan fırlamış bir kurşun kadar soğuk ve keskindi. öfkeden kudurdum ama bağırıp çağırmadım. güldüm sadece. sebebinin anannesi olduğunu ben dönünce her şeyin düzeleceğini düşündüm. daha çok kendime kızıyordum. zor zamanlarında kadının yanında olamadığım için.

    babannem iyileşince hastalığının tekrar etmesi ihtimaline karşı bir süre daha kaldık yanında. tamamen iyileştiğinden emin olunca memlekete dönmüştük. döndüğümüzü biliyordu kadın ama beni aramıyordu. gururum kırılmıştı. bu yüzden ben de onu aramıyordum. tatlı bir yarış gibiydi benim için. "biraz daha aramıyım da görsün, sürtülsün burnu" diyordum kendi kendime.

    her gün telefon bekliyordum ondan. ama dönüşümüzün üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen aramadı beni. bir gün odamda otururken telefon çaldı. büyük bir heyecanla telefonun olduğu yere doğru gittim. arayan kadın değildi. kadının en eski ve en iyi arkadaşlarından biriydi arayan. çok severdim kızı. o da beni severdi. bilirdim bunu. ilerde çocuğu olursa adının benim adım olacağını, hatta öldüğünde benim yanıma gömülmek istediğini söylerdi. baba gibi görürdü beni.

    telefonu açtım. bir süre havadan sudan konuştuktan sonra beni görmesi gerektiğini, anlatacağı çok önemli şeyler olduğunu söyledi. bunu duyduğumda suya damlayan kan gibi yayılmaya başladı korku içime. nedenini bilmiyordum ama son kez gırtlaktan başlayıp kasıklarda noktalanan sızılardan birini hissettim. kıza buluşacağımız yeri söyleyip telefonu kapattım. bir kaç dakika sonra yoldaydım. adımlarım geri geri gidiyordu. bir şeyler ters gidiyordu. hissediyordum. mekana geldiğimde bahçedeki büyük ağacın gölgesindeki masada oturmuş beni beklerken buldum kızı. önce kısa süreliğine sarıldık ardından sandalyelerimizi çekip oturduk yerlerimize.

    kız halimi hatrımı sormak isteyince sözünü kesip bunun bekleyebileceğini söyledim. merak durmdan kemiriyordu içimi. vakit kaybetmeden bana anlatması gereken şeyin ne olduğunu sordum ona. bir kaç saniye duraksayıp, yapmak istediği şeyin bu olduğuna emin olduktan sonra söze girdi: " sen bilmiyorsun ama sen yokken kadın huur çocuğunun evine girip çıkmaya başladı. her gün birlikteler. defalarca ona konuşmaması gerektiğini söyledim ama o bana sen karışma diyip bildiğini okudu. bunun ne anlama geldiğini bilmediğini, adamın duyarsa neler olabileceğini bilmediğini söyledim ama umursamadı." dedi kız. beynimden vurulmuşa dönmüştüm. bırak huur çocuğunun evine girip çıkmayı, ikisinin konuştuklarından bile haberim yoktu. darmadağın oluyordum kız konuştukça. düşen bir kavanozun içindeki bilyeler gibi saçılıyordu can parçalarım.

    "bir de şey" dedi kız. "şey". gözlerimi dikip gözlerine söylemesini istediğimi gösterecek bir işaret yaptım başımla. kız derin bir nefes alıp devam etti: "delirmişsin sen dedim ona. sen adamı kaybetmekten hiç mi korkmuyorsun?"

    kadının verdiği cevap: " o kadar da korkmuyorum artık"

    kız konuştukça damağımdaki tükürüklerin kuruduğunu, avuçlarımın terlediğini hissedebiliyordum. aylarca istanbulda yaşadığımız tüm berbat şeylerin, gereksiz soğuklukların, gelip giden yakınlaşmaların sebebinin bunlar olabileceğini düşündüm bir an. artık kadınla birlikte olmayacağımı biliyordum. ama en azından güzel hatırlayabilmek adına kıza ne zamandır konuşmaya başladıklarını sordum. ben kasabada değilken olmuş bir şey olabileceğini, yalnızlıktan ve aile problemlerinden ötürü kendine bir yoldaş aramış olabileceğini söylüyordum kendime.

    soruyu sorduğumda kızın yüzü kaskatı kesilmişti. ağzında bir şeyler geveleyip duruyordu. pot kırmaktan çekindiğini anladığımda sertçe vurup masaya, var gücümler bağırdım. her şeyi anlatmasını söyledim. ne diyeceğini bilmiyordu. daha fazla dayanamayı konuşmaya devam etti: "onların konuşmadığını mı sanıyordun? kadın konuştuklarını bildiğini ve buna kızmadığını söylemişti bana" dedi. bunları duyar duymaz oradan ayrıldım. arkamdan sesledi bir kaç defa ama oralı olmadım. delirmek üzereydim. ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum. tek bildiğim oradan uzaklaşmak istediğimdi.

    saatlerce yürüdüm sokaklarda. sorulması gereken, söylenmesi gereken milyonlarca şey vardı aklımda. tanıştığımız ilk günden geldiğimiz noktaya kadar olan her şeyi düşünüyordum. kafatasım parçalanacak gibiydi. kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki o sırada eğer deneseydim koluma veya boynuma dokunmadan ölçebilirdim nabzımı. daha fazla dayanamayıp karşıma çıkan herkese sormaya başladım kadını. her yerde onu aradım. ve sonunda bulmayı başardım. bir an durup izledim onu. öylesine güzeldi ki. hiç inanmadığım bir tanrıya duyduğum her şeyin yalan olması için yalvardım...

    bugün bile kadının karşısına geçip her şeyi ona nasıl söyleyebildiğimi, bu dermanı nasıl kendimde bulabildiğimi anlayamıyorum. ama yapmıştım işte. durup gözlerinin içine bakıyordum. niyetim hesap sormak değildi oysa. ben sadece bana söyleyeceği "yalan" kelimesi için oradaydım. o ise hiç bir şeyi reddetmedi ya da bunlara nasıl inanabildiğimi söyleyip bana hakaretler savurmadı. sustu. utanç içinde... gözlerini yere dikerek "ben" diyebildi sadece. cevap vermesini beklemeden ayrıldım oradan.

    birileri gelip bir gün bunları yaşayacağımı söylese kadını vuracağımı adamıysa ellerimle boğacağımı falan söylerdim heralde. ama ben hiç bir şey yapmadım. sadece gittim. uğruna vazgeçtiğim hayatla, yaşadığım hayal kırıklıklarıyla, göz yaşlarına boğulduğum gecelerle, yok saydığım anılarla, mahvolmuş hayatımla birlikte...

    olayı size anlatırken kaç defa "siz de yaşadınız", "siz de bilirsiniz" dedim bilmiyorum. ama siz hakikaten yaşadığınız ve güzel olan her şeyin birer yalandan ibaret oluşunun nasıl bir şey olduğunu bilir misiniz?

    bu yazıyı okurken içinden "peki kadına ne oldu?" diye soranlar olduğunu biliyorum.

    şimdilerde huur çocuğu ve kadını, bir zamanlar birlikte anılar serptiğimiz kadıköy sokaklarında birbirlerinin ellerini tutarak geziyorlar. arada karşılaşıyoruz. gördüklerinde yollarını değiştiriyorlar. en azından geçiş üstünlüğüne sahibim...

    peki ben ne mi yapıyorum?

    hiç.

    son.

    https://www.youtube.com/watch?v=2BYA0Lz-VsI
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +7 -1
    benim onun hakkında söylediğim şey her zaman şu olmuştur beyler: " o hayatım boyunca gördüğüm mutluluğu en çok hak eden ve bir o kadar da ihtiyaç duyan açlık çeken tek insandır"

    o kadar yalnız, içine tıkılıp kalmış birinin hayattaki tek dayanağı olmak bana daha evvel tatmadığım derecede yüksek duygular yaşatırdı. öyle ki kendimi bir kurtarıcı gibi görürdüm. onun mutluğu benim hayattaki misyonum ve en yüksek en büyük mutluluk kaynağımdı
    ···
  12. 12.
    +7 -1
    ne güzel tarif etmiş sevdiği kadını amın oğlu şukuladım lan seni bin
    ···
  13. 13.
    +2 -5
    ya gibicem uzatma amk öldü mü ayrıldınız mı aldattı mı edebiyat yapıyo hala huurnun sıçmığı işimiz gücümüz var amk.
    ···
  14. 14.
    +6 -1
    en çok böyle gecelerin içinde ve o gecelerin sabahlarında kendimi erkek gibi hissederdim ben. ondan önce uyanırdım. çayın suyunu koyardım yiyeceğimiz iki zeytini azıcık peyniri domatesi hazırlardım. sonra da gider odamıza izlerdim onu uyanana kadar. dinmiş bir fırtına nasıl ardında yıkıntılar bırakırsa onun ağlama sesleriyle geçen bir gecenin sabahı da öyle viran olurdu. o yıkıntı gibi yıkılmış bir ağaç gibi olurdu. gözlerini açınca gülümserdim ona. dişlerimi göstermeden sadece dudaklarımla. gülümsediğimi dudaklarımdan anlamazdı ama gözlerime bakardı. yanında olduğumu ve olacağımı bilirdi.

    erkek olmak böyle bi şeydi. erkek demek o düşünce kaldıran, ağlayınca bütün bedeniyle dayanılacak yüce bir dağ olabilmek demekti
    ···
  15. 15.
    +7
    " kadın. çocuk yaşta annenden babandan koptun. olsun. masum bir çocuğun asla haketmeyeceği anılarla dolu geçmişin. çocukluk yoksun bırakıldığın şeyler demek senin için. olsun. boynuna sarılmaya cesaretin yok babanın ve annen sana bir anne gibi davranamadı çokca zamanlar. olsun. ben varım kadın.

    eğer baban sana babalık yapamadıysa. hala yapmıyorsa. ben yaparım

    annenden istediğin para değil birazcık şefkatti. annen sana annelik yapamadı kadın. ama ben yapıcam

    bir kardeşin olmadı senin. odanda kendi küçük ve acılı dünyanda derdini anlatamadın kimselere. bir kardeşle yanyana uzanıp yatamadın. olsun kadın üzülme. ben senin kardeşin olurum

    belki de hayatın boyunca gelip seni bütün bu vahşetin, bir çocuğun hayatının katledilişinin ortasından çekip kurtaracak birini bekledin. içine umutlar saçan tek dayanağın olan şey belki de tüm bu felaketlerden kurtuluşunun hayali oldu. bak şimdi karşındayım. senin umudun. hayatın boyunca kurtulamadın bu dertlerden. ama ben kurtuluşun olurum.

    seni seviyorum kadın. seni çok seviyorum."
    ···
  16. 16.
    +5 -2
    KuZeniylemi bastın noldu
    ···
  17. 17.
    +7
    ya bu huur çocuğu neden her hikayede var
    nerde o mahallede gol kaçırınca olsun beyler iyiyiz diyen sağlam adamlar
    ···
  18. 18.
    +5 -1
    kız tuhaf olmasına tuhaftı ama. çok da yaralıydı. annesi babası küçükken boşanmış. babası başkasıyla evlenmiş. annesi işsiz. çocukluğundan beri anannesiyle yaşamış ve ondan nefret etmesine rağmen içindeki borçluluk duygusu yüzünden annesi hakkında ettiği kendisi hakkında ettiği hakaretlere rağmen ondan kopamamış. bir kardeşi olmamış mesela. odasına kapanıp 18 yıl boyunca neden diye düşünüp durmuş yalnız birisi
    ···
  19. 19.
    +5 -1
    tevfik fikretin aşiyanı vardı. pencerelerine duvar örüp yaşadığı. bizim de o küçük evimiz vardı. dışarı çıkmaktan pek hoşlanmazdık yalnız olduğumuzda. daha çok evde oturup sohbet ederdik. işerken çıkardığım sesi dinlerdi falan. ama o gün dışarı çıkmak ona iyi gelecekti. hiç bir zaman öylece dışarı çıkacağımız gün plan yapmazdık. istanbul kocaman yer afişler dükkan isimleri seni mutlaka bi yerlere çağırırdı ve biz de bulduğumuz izi sürerdik. yine öyle yapacaktık. tutup kolunda zorla dışarı çıkardım onu. etrafı izleyip yürüyerek hiç bir mekana oturmadan 11 saat geçirdik. içinde midye bira sokak çocukları vücuttan yayılan ter kokuları olan bir günü geride bıraktık. artık dünün hiç bi izi kalmamıştı üzerinde. gülerken gözlerinin ışıltısını görebilir attığı her kahkahanın sahici olduğuna kalıbını basabilirsiniz. bu benim için bir zaferdi. kadın gülmeli beyler.

    anneler de gülmeli. en çok anne olan kadınlar gülmeli. bunu söylemek istiyorum
    ···
  20. 20.
    +4 -1
    o ben gülerken sadece bakardı. ben hiç anlayamadım onun da gülüp gülmediğini. donuktu. etini kessem sesi çıkmayacak gibi bakardı. dakikalarca. tek kelime etmeden. sonra gidip yanına uzanırdım. konuşmak çok güçtü onun için böyle sabahlarda. bunu bilir ve uygun davranırdım. tavanı izlerdik konuşmadan. sabır anahtarıydı işin. ilk önce o konuşmalıydı. bu yüzden çayın suyunu hep fazla fazla koyardım. öyle garip olurdu ki bu anlar. dakikalarca içten içe verilen mücadeleler sonunda kazandığımda yüzünü bana çevirip bu defa bana bakardı yine konuşmadan. ben tavanın girintilerini çıkıntılarını o da yüzümün kusurlarını hayranlıkla izlerdi. ve bütün kasvet dudaklarıma kondurulan öpücüklerle sona ererdi
    ···