• 0 / 0 / 9998 entry
  • 0 başlık
  • 42.56 incipuan

ole moyodveri ikinci nesil silik

  • +3
    ben bu yazıyı sana yazdım
    narkozsuz ameliyat nedir bilir misin sen?

    ben biliyorum. her gün geçiriyorum.

    her sabah o yatakta uyandığımda narkozsuz operasyon geçiriyorum. bıçaklar, neşterler, göğsümden içeri giriyor ve ben hepsini izliyorum. sadece canımın yanması hissini değil, buna şahit olup karşı koyamama çaresizliğini ve gurursuzluğunu da hissediyorum. hem de her sabah, her gün, canlı canlı.

    bir insana "yere sakız atma" dersen o herif 2-3 gün sonra yine ağzındaki sakızı yere atar. fakat o sakızı bir güvercin yavrusunun yemeye çalışacağını ve eğer kursağına zütürürse o güvercinin boğularak öleceğini söylersen o adama, bir daha s.kseler yere sakız atamaz.

    ben size şu an sadece "yere sakız atma" demekle yetinebiliyorum. sebebini anlatamıyorum, zira kendim de anlayabilmiş değilim. tek bildiğim şey o acı. tek hissettiğim şey de o acı. ve buna ek olarak bildiğim tek şey bu dünyanın bir sabır yeri olduğu.

    söz konusu bir başkası olunca sigmund freud kesilen dallamalara "ben allah korkusu yüzünden kendimi öldüremiyorum" diyecek olursan, onların sana koyacağı teşhis "ölmek istemediğinden beyninde bir tanrı yaratıyorsun" olur. sana bu teşhisi koyanlardan isteyeceğin tek şey şu olsun, eğer sahiden hayata karışıp gören biri olmak yerine oturduğu yerden ahkâm kesen bir dangalak olmayı seçmediyse, sana dürüstçe cevap verebilir bir ihtimal: sağ eline kör bir testere al, o testereyle sol kolunu tamamen doğra, sonra o testereyi bir arkadaşına ver, o da sağ kolunu koparırcasına kessin. daha sonra rica et, o kegib yerlerin üzerine birer paket billur tuz döksünler, iyotsuz olsun ama, tercih sebebi .mına koyayım. ve o haldeyken kafasına bir silah dayayıp "şimdi ölmek mi istiyorsun, bu şekilde yaşamak mı?" diye sorsunlar. eğer bu soruya o anda "yaşamak istiyorum" diye cevap verebilirse, işte o zaman onu adam yerine koyar da lafını dinleme zahmetine girerim. eğer değilse, gibtir et onu gitsin.

    ve adın kadar emin ol, etrafındaki hiçbir kimse o halde yaşayamaz.

    zira etrafındaki herkes o acıyı yaşamadan sana teşhis koymak için bilenen freud'çuklardan ibaret.

    allah bile cehennemindekiler için "onlar ölmeyi isteyecekler fakat ölmeyecekler" diyor. allah bu olum, realistlikte son nokta.

    nasıl her gün rol yapıyorlar, nasıl her karşılarına çıkan yeni bir insan için "ben bunu nasıl s.kerim / bundan nasıl faydalanırım?" sorusunu kendine sorup ondan sonra muhabbete başlayabildikleri halde dünyanın en masum insanıymış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar?

    nasıl kaldırabiliyorlar bunu?

    nasıl yedirebiliyorlar kendilerine?

    ya ağır bir narkoz halindeler, hem de çok ağır, ve bu tatlı geliyor.

    ya da sabredebiliyorlar. bütün bunları görüp ve bütün bunları yaşayarak kendi başına hayata devam etmeyi isteyecek bir "irade" yok bu yeryüzünde. bu yalnızca ama yalnızca allah'ın dilemesi.

    bu yazı kendini bir süre sonra imha edecek, o da toplu intihara sebebiyet vermek istemediğimden ötürü, başka bir şey değil. hadi eyvallah.
    ···
  • 0
    beynin sikten akması
    beyninin spermle dolu olduğunu iddia eden bir yazar beyanı.
    ···
  • +1
    sokrates in savunması
    platon'un mutlaka okunması gereken yapıtı. sokrates'e ilişkin neredeyse bütün bilgileri yine platon'dan alıyorsunuz. varlığı bile henüz netleştirilememiş olan sokrates ölüme de sorgulayarak ama korkusuzca gidiyor.

    bu yapıtsa göre yoksul bir biçimde hayata veda etmek zorunda bırakılan sokrates ölüm fermanı verildikten sonra şu tepkiyi veriyor:

    "kendimi hiçbir cezaya değer görmeye de alışamadım. param olsaydı beni aklayacak bir para cezasını önerirdim. bundan bana bir kötülük gelmez. ama ne yapayım, yok. onun için bu para cezasını ancak benim verebileceğim kadar kesmenizi dilerim. evet belki bir mina verebilirim. onun için bu cezayı öneriyorum. buradaki dostlarım platon, kriton, kritobulus ve apollodoros otuz mina önermem için beni sıkıştırıyorlar. onlar üstlerine alacaklar. haydi otuz olsun; bu para için onlar size yeterli güvence olacaklardır." ( niyazi berkes'in çevirisinden)

    platon'un aktarımıyla sokrates savunması boyunca aslında hiçbir şey bilmediğini dolayısıyla kimseye kötülük yapamayacağını, gençlerin aklını karıştırmadığını ifade etmiştir. insanlara sürekli soru sorarak aslında onların hiçbir şey bilmediklerini anlatmaya çalışmaktadır. en bilge geçinenler aslında hiçbir şey bilmeyenlerdir.

    sokrates ayrıca onu ölüme mahkum edenlerin aslında bilmeden kendilerine kötülük yaptıklarını ifade etmekte ve kendi dostlarına "benim yolumdan gidin" mesajı vermektedir. ölürken bile ona yapılacak en büyük iyiliğin bu olduğunu belirtmekte ve en iyi yurttaşın en erdemli olan olduğunu ifade etmek istemektedir.

    sokrates bunu bir kehanet olarak aktardığını bildirmektedir.

    ne nitekim dediği gibi de olmuş, onu öldürenler -bir tek kitap bile yazmamış olmasına rağmen- sokrates'i bu günlere taşımışlardır. ve sokrates ölürken aslında ölümsüz olmuştur...
    ···
  • +2
    mağara alegorisi
    platon'un mağarasındaki tutsaklar başlangıçta, yüzleri duvara dönük şekilde birbirlerine zincirlenmiş durumdadırlar. tutsakların arkasında bir ateş yanmaktadır. tutsaklar, karşılarında duran duvara baktıklarında, arkalarındaki ateşin oluşturduğu kendi gölgelerini ve ateş ile kendileri arasındaki nesnelerin gölgelerini görürler. sonra, arkalarını dönüp, gölge yaratan ateşi ve nesneleri görmeyi başarırlar. daha sonra da mağaradan kaçarlar, güneşin ışığı altında dış dünyayı ve sonunda güneşin kendisini görürler.

    güneş, ışığında gerçeğin görüldüğü “iyilik” kavrdıbını simgeler. şimdiye kadar görünmez olan dünyayı açığa vurur ve aynı zamanda hayatın da kaynağıdır. yani mağaranın içindeki dünya sahte, yanıltıcı ve gelip geçicidir. yine mağara, içinde yaşadığımız toplumu, tutsaklar ise bireyleri sembolize eder. tutsakların birbirine bağlandığı zincirler ise, toplumsal sistem ve ideolojilerin size dayattığı ve dünyayı bunların arkasından görmemeye zorlandığımız “lens”lerdir. dışarıdaki dünya ise saf, gerçek ve kalıcıdır.

    ne tuhaftır ki, bu alegorinin yazımının üzerinden iki bin küsur sene geçmiş olmasına rağmen, hâlâ ateşe tapınmaktayız! güneşin ve ışığının sembolize ettiği iyilik ve gerçeklik kavramlarına sırt çevirip, kafileler halinde mağaralarımıza doğru uzun yürüyüşler tertipliyoruz. mağarada yanan ateş ve yarattığı gölgelerin gerçek dışılığı içerisinde yaşamaya şehvetli bir arzu duyuyoruz. acaba, topyekün “gerçek”i mi, yoksa sadece kendi gerçekliğimizi mi katlanılmaz buluyoruz? işin en tuhaf yanı da, güneşten süzülüp mağaraya girenlerin, yeniden dışarı çıktıklarında, mağarada geçirdikleri zamanın kendilerine verdiği hazzı kimi zaman tamamen yadsıyarak kimi zaman da bu hissi küçümseyerek, tercih ettikleri sahte gerçekliği inkâra meyilli oluşları. dolayısıyla, insanloğlunun ikiyüzlülüğü güneşin altında da ateşin önünde de “tek ve bir”!
    ···
  • 0
    pluie
    daha elit ortamlarda değil de neden bu sanal tuvalette yazdığını oldukça merak ettiğim ikinci nesil yazar.
    ···
  • 0
    beğendiğim sözler arşivi
    "hayat, cinsel ilişkiyle bulaşan ölümcül bir hastalıktır." jacques dutronc
    ···
  • 0
    beğendiğim sözler arşivi
    düşman isterseniz dostlarınızı geçmeye çalışınız. dost isterseniz , bırakın , dostlarınız sizi geçsin.

    françois de la rochefoucauld
    ···
  • 0
    beğendiğim sözler arşivi
    zeki insan aklını kullanır, daha zeki insan başkalarının da aklını kullanır.
    ···
  • 0
    beğendiğim sözler arşivi
    her söze gerek yok laf ile beyana bir bakış bin söz eder bakıştan anlayana.
    ···
  • 0
    beğendiğim sözler arşivi
    şöhretin gitti, ancak bir an kaldı. zamanın geçti; kabirden başka mekanın var mı? biçare! aczine ve fakrına bir had var mı?
    ···
  • 0
    beğendiğim sözler arşivi
    hâlimi arz etmeye yâri tenhâ bulamam. yâri tenhâ bulsam, kendimi aslâ bulamam. (bkz: la edri)
    ···
  • 0
    sözlük yazarlarının itirafları
    geçen yaz cennet mahallesi'nin tüm bölümlerini izledim.
    ···
  • -3
    meme
    mükemmel bir yaratı.

    http://imgim.com/5591incin738916.jpg
    ···
  • 0
    babamı dövsemmi sevsemmi la
    baban mı cahil sence sen mi cahilsin ey veled-i zina? sen ne anlarsın ulan baba yüreğinden, neler çektiğinden be ey gafil? para vermediği için mi bunların hepsi? bu yakarışların, arkasından o içini doğru dürüst bilmediğin adama isyanların. onun adına söylüyorum sana yazıklar olsun.
    ···
  • 0
    sıkıldım edebiyatına güvenen gelsin
    gönülden sevgi nağmeleri
    kalbimin paramparça köşesinden hoş bir meltem gibi gelen duygu.
    tanıyana dek seni giderdim hep aklımın zütürdüğü yola doğru.
    sen ki bana fani dünyada tutunulacak bir dal olduğunu,
    sen ki karın içinde tomurcuklanan umut dolu kardelen,
    sen içimdeki karanlık dehlizlerde güneş gibi ışıldayan tanrı’nın lütfusun.

    öğrencisine beyaz sevgiyi , siyah insanları ve gri hayatı öğreten
    hocam gibiydin sen.
    mevlana’nın dediği gibi aşktan büyük muallimin olmadığını,
    bana acısıyla tatlısıyla sen öğrettin.
    sen benim dünyaya haykırışım,
    sen adın geçtiğinde aklımı saran mazideki şarkısın.

    sen bende değerlisin, sen benimle değerlisin.
    ben sensiz boş bir kalp ,bir hiçim.
    seninleyken güzeldir hayatın her paresi.
    sensizken yalnız, sevgisiz zindan gibidir gönlüm,
    kuruyan nehrin ortasındaki martı misali.

    seni gördüğüm an kalbim derinden çarpar,
    saatler saniyeleri kovalar,
    içim içime sığmaz taşar.
    zaman acımasızlığını bir daha hissettirir,
    seni benden alıp gider sessizce.

    mürekkebi yüreğime akmıştı yazdığın mektubun.
    günlerce zihnimi kurcaladı,
    aklıma kazınan seninle şiir gibi günlerimiz
    sanki her özelliğini taşıyordu çevremdeki nesneler,
    şiir gibiydin sen.

    kalbime umut serpen şafak vaktim,
    karanlığı doğuşa bağlayan gün batımım.
    geçmişim, anım, geleceğimsin
    yüreğimdeki inci tanesi, berrak dünya nimetimsin.
    ···
  • +1
    altinisikugl
    çok eskilerden biri.
    ···
  • 0
    sıkıldım edebiyatına güvenen gelsin
    " o'nun bıraktığı nefesi alıyorum,
    tanrım;
    tüm bu güzel hava için
    minnettarım.

    gülmek diyorum tanrım,
    gülmek o'na çok yakışıyor.
    izin ver,
    yarım yanıma kalsın.

    teşekkürler tanrım,
    borcum olsun - öderim.
    elimden her iş gelir,
    yeter ki eli elimde olsun.

    tanrım teşekkürler,
    bunca yıl biriktirdiğim ekgiblerim
    ekgibsiz ulaştı gönlüme
    ekgibsizim,
    ne olur beni onunla eksiltme.

    tanrım minnettarım,
    gözlerimdeki boşluğu gözleri dolduruyor.
    ama tanrım gözlerim;
    o'nun boşluğunu görebilecek kadar uzağı görmüyor,
    bizi koru tanrım.

    demem o ki tanrım;
    bu gece ferhat'ı karşılamaya, dağa çıkıyorum.
    anlatacaklarım var, derin.
    sen ferhat'a sabır ver,
    âmin.

    yanına yakıştığım için sağ ol tanrım,
    kusura bakmazsa o, ondan önce seni sevdim.
    ne güzel sevmişim; yanım o.
    iyi ki varsın tanrım.

    tanrım affet;
    hangi gökkuşağının altından geçip
    "o" hazineye kavuştum, bilemedim.
    ben, hazineye bakıyordum
    göremedim.

    teşekkürler tanrım;
    o'nun gelişiyle
    zihnime yeni yeni tanımlar, harfler, cümleler indirdiğin için.
    ya konuşamasaydım?

    ulu tanrım,
    o dokunduktan sonra
    kokmayan çiçekler için de teşekkür ederim.
    -yanılmamışım.

    iyi ki her yerdesin tanrım;
    yoksa
    o'nu uykuda
    kime emanet ederdim?

    teşekkürler tanrım;
    dünya dönüyor
    inan, daha iyi bir beşik bulamazdım.

    tanrım;
    daha önce ağlamasaydım
    gamzem'in yolunu bulamazdım,
    yolu gösterdiğin için
    minnettarım.

    senin bu yazından sonra
    "yazıyorum" dediğim için
    utanıyorum tanrım.
    yazın çok güzelmiş.

    tüm bebekler için teşekkür ederim tanrım;
    o'nun gülüşüne koyduğun
    tüm bebekler için
    teşekkür ederim.
    -büyüksün.

    tanrım;
    bugün için de teşekkür ederim,
    bize her gün karşılıksız sevmeyi "anne" ile gönderdin,
    bugün o'nu annemin sesiyle sevdim.

    ve ulu tanrım;
    sabah ezanı için,
    minnettarım. "
    ···
  • 0
    mezuniyet müziği
    https://www.youtube.com/watch?v=YQ64dUB41P4
    ···
  • 0
    cennet mahallesi vs breaking bad
    cennet mahallesi'nin açık ara fark ile alacağı versus.
    ···
  • 0
    tanrı kaldıramayacağı taş yaratır mı sorusu
    tanrının verdiği beyinle tanrının ne yapıp ne yapamayacağını sorgulayabileceğini sanan zihniyet beyanıdır. oysa tanrı kendisine kuş kadar beyin vermiştir. bu nedenle bu tür ahmaklıklar peşindedir. sorgular durur.
    yüz kilo çeken bir kantar ile bin kiloyu tartmak istemekle aynı şeydir. ulan senin işlemcin zaten yavaş birde böyle sorularla onu yorarsan çabuk yakarsın o işlemciyi.

    insan kendine verilenle yetinmeli. akıl yürüterek her zaman sonuç üretilmez. akılla bulunamayacak şeyler vardır. bunları bilim dahi kabul etmiştir. tanrının ne yapıp ne yapamyacağı konusuda böyledir. senin için güç ölçüsü bişeyi yapıp yapamamaktır. çünkü sen böyle programlanmışssın. ama tanrı katında o meseleler belki öyle değildir. bunu bilemezsin.

    sen aklınla herşeye çözüm üretemezsin. ("sen" demekle başlığı açan kastedilmemektir) mesela bir insanın ruhu çıktığında kalbinin yapay bir makina ile çalıştırsan, o insan yaşıyor sayılır mı? yada gözleri açar mı? sana eskisi gibi konuşur mu? aklınla izah et bakalım ruh çıkmasını? izah edemezsin.
    ruhun çıkınca bedeninde eksilme oluyor mu? bütün organların muntazam çalışsa ruhun olmayınca ayağa kalkıp yürüyebilir misin? bunları aklınla çözüm üretemezsin ? neden? çünkü bunlar ağır yük senin kapasiten düşük çekmez bu yükü.
    birdaha böyle sorular sorma! bu sorularınla inançsızlığını başka insanlara da empoze etme.
    ···
  • 0
    bakinin mersiyesi
    ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
    tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng

    an ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
    berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng

    Âhir mekânının olsa gerek cüra gibi hâk
    devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng

    insân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
    sînende neyler âdem isen kîne-i peleng

    ibret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
    yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng

    ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
    cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng

    baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı engerüs
    şemşîri gevherini pesend eyledi freng

    yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
    sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi
    ···
  • 0
    ben bu yazıyı sana yazdım
    bir deli rüzgar eser sen yine up uzun yanlızlaklarla gelirsin aklıma.
    oturup zifir karası bir geceye "ben geldim derim" bir başınalığıma,
    gitme bir yere !
    dur durduğun yerde ,
    sayende ısınıyor gönül çerahım bu soğuk gecelerde
    düşüncen , düşüncem oluyor ve bir anda sarılırken buluyorum kendimi beline
    usul usul öpüyorum
    adımı söylerken , adımla öpüyorum
    bakışın hala deler geçer ..
    sevda yarası bu , gün usulca çekilir üzerimden
    çürümeye yüz tutan bedenimi aynada bir başına görürüm.
    karanlık şimdi her sokak bana,
    ne adı var şimdi düşlerimin ne de tadı.
    susardın ,hemde çok.
    en çok sustuğunda sevmiştim seni
    susarken bizden önce söylenmiş ne kadar aşk sözcüğü varsa
    sarardı ruhumu.
    bilinmeyen dillerde konuşurduk seninle , adı konmamış hecelerle
    kalabalıklarda susarak söylerdik söylenmemişleri
    susarken öperdim seni en güzel

    ardından hiç konuşmuyorum şimdi
    bir çocuğu susturdum gidişinde
    bir ömrü bağladım çok uzaklara giden gemilerin bacalarına
    ahh görseler bizden öncekiler bu aşkı
    yattıkları yerden yükselir bir feryad
    eyy kimsesiz aşıklar bana bir şifa verin .
    ···
  • 0
    ben bu yazıyı sana yazdım
    sen aslında göründüğün gibi değilsin sen böyle kibar, anlayışlı, insanların derdini dinleyen, onlara yol gösterici tavsiyeler veren, onların iyiliğini isteyen, sabırlı bir insan değilsin. doğrusunun böyle olmak olduğunu düşünüyor ancak asla böyle olmak istemiyorsun sen birisi seni dinliyormuş gibi yapıp aslında dinlemediğinde ağzının ortasına yumuruğu indirmek istiyorsun, bankamatik kuyruğunda atm'nin önüne gelinceye kadar kartını çıkarmayı akıl edemeyen sonra sıra kendisine gelince iki saat çantasında kartını arayan kadının saçından tutup kafasını bozuk para haznesine geçirmek istiyorsun, yanında kız arkadaşı olduğu için efelenen ama aslında bi' tak olmadığını bildiğin bi elemanı sırf kızın yanında bozulmasın diye ellemiyorsun ama aslında yaka paça dövmek istiyorsun, sevdiğin kız için her şeyi yapmış aylarca sabretmiş bi dediğini iki etmemişken 50 kuruşluk gibtiritaktan bi' kısa mesajla işin bitiverince sesini çıkarmadın ve yapacak bi şey yok dedin ancak içindeki ses, kızın suratına nasıl haykırmak istediğini ona ne kadar adi bi insan olduğunu söylemek isterdi... sen içersi tıklım tıklım olmasına rağmen yine de durup yolcu almaya çalışan ve "arkaya ilerleyelim, bakın arkada boş yerler var" diyen şoföre "zütünle mi bakıyon o dikiz aynasından" demek istiyorsun ama olmaz niye adab-ı muaşeret niye kavga çıkmasın niye güzel güzel geçinelim... olduğun gibi olmak aslında insanı bu dünyada ya mezara zütürür ya da hapse o yüzden ey kendim sen yine olman gereken ol her ne kadar içinde fırtınalar kopsa da
    ey özünde ne olduğunu kimsenin bilmediği benliğim ben bu yazıyı sana yazdım...
    ···
  • -1
    bu başlığa günde bir entry gireceğim
    sen. başka bir kelime söylemeye anlam bırakmayan ve adından başka her canlıyı, varlığı anlamsız kılan kız.. kalktığımda herşeyden önce sırf senden gelicek olan tatlı, küçük bir mesajın mutulugunu yaşamak için telefonu telaşla arayışım anlatıyor kendime günümün seninle anlamlı ve dolu olduğunu. bilmiyorsun.. gün içinde attığın, senin için önemsiz olan ufak mesajların bile benim için çok önemli oluyor. seviyorum hemde sevmenin bütün anlamlarıyla. senden başkasına yanlışlıkla değen gözümü azarlıyor kalbim. gözüm bağlı.. acıtıyor seni bu kadar özleyişim.. çaresizlik bu muydu acaba? insanların içinde muhabbet ortasındayken resimlere bakıp avunmak.. bu kadar sevmem yanlış, bu kadar bağlanmam yanlış.. seni düşünüyorum her saniye, salise. dilimden çıkaramıyorum sensiz tek bi kelime. sen benden çıksan, ne kalır ki geriye.. ürküyorum, korkuyorum bu denli sevmekten. kalbimin kaldıramamasından korkuyorum kendi sevgisini. bilmiyorsun.. sevgi kalp ister ben tenini istemedim ki. sen yanımdasın ya yeter... hayır sen yoksun, hayalin yanımda. olsun, sevene bu da yeter. sevgileri büyüten hasret.. ama sen beni benim kadar özlemiyorsun ki. ben mi çok seviyorum, sen mi az seviyorsun. kalbim mi biraz geniş, neden yetmiyor sevgin? ben sana verdiğim ilgiyi kendimde göremediğimden mi çok üzülüyorum. birbirimizde anlamsız bi yabancılık var.. bilmiyorsun.. özlem bir rüyada ciğerimizi yırtarcasına bağırmak ama fısıltı kadar sesin çıkmaması.. yürüdüğüm yollar, düşüncelerim hep hasrete çıkıyor.. bilmiyorsun.. en acı ve en büyük duygunun aşk olduğunu, öyle ya aşk sen olup çıkmaktan o olmakmış adeta. ya da onsuz olamamakmış galiba. gülümsemekmiş içten ve samimi aynı zamanda ağlamakmış da hıçkırıklara boğulurcasına. çığlık çığlığa bağırmak isterken adını, susup oturmakmış yerine. bildiğin doğruları unutmak, en katı kuralları yıkmakmış... onsuz nefes alamamakmış ama onun da ötesinde aynı gökyüzünün altında nefes almanın bile yettiği bir eşsizlikmiş. onu gördüğün, tanıdıgın günmüs miladın. bir gün biteceğini bildiğin halde bağlanmakmış. ben senin yoklugunuda sevdim. biliyorum, ne benim kadar üzülüyor, ne benim kadar özlüyor, ne benim kadar seviyorsun.. sözlerinin ve tavırlarının yetersiz gelmesi çok sevmemenden mi yoksa hep böyle misin sen? yoksa seni yeterince tanımıyor muyum? kendimi bir adım geriye çekiyorum artık. defalarca bu yüzden böyle konuşmalar yapmamız bize birşey kazandırmadı. sen tamamen sensin. dik başlı, kendi bildiğinden vazgeçmeyen, fedakar olamayan ya da sana bunları ve daha bir çok şeyi yakıştırmam yanlış. seven insan fedakar olmaz mı ki zaten. sırf sevdiği kara dediği için aktan vazgeçmez mi? tatilde gittiğinde, yine ben bekliyordum ve bekleyecektim seni her zamanki gibi. burda özlemimle boğuşurken, beni unutuşun.. araya soğukluk girdi diyip soğuyuşun. ve beni yakan o soğukluğun! geçenlerde yine böyle tartışmıştık da ağlamıştın. böyle olmıycam diyip söz üstüne sözler vermiştin. saydım.. 2 gün farklı kılabildin kendini. 2 gün üstüme düşme rolünü oynayabildin.. e sanada kızamam ki o ilk ayrılışımızda dediğin gibi sonuçta kalpten geliyor bu elinde değil.. şöyle bakıyorumda bana ne verebildin, yok yok yanlış anlama senden birşey beklediğimden değil bu sorum.. sen bilme boşver.. ne olacak böyle? ben seni tanıdığımdan beri asıl ve kendi kimliğimleyim. fikrim neyse zikrim o. peki ya sen? allaha dualarım bu aşkın artık bu denli olmamasından.. susuyorum, susmanın bütün anlamıyla, bilmiyorsun..
    ···
  • 0
    ben bu yazıyı sana yazdım
    o kadar zaman geçti, yine de seninle ilgili o kadar şey hatırlıyorum ki... geçmişimin silinmesini istemiyorum. bir yerlere yazmak istiyorum.

    seni ilk gördüğüm anı, unutamıyorum mesela. sınıfının kapısında durup dışarıya bakan seni unutamıyorum. gözün uzaklara dalmıştı. tam yanından geçiyorken fark ettim. görmedin beni ama ben gözlerimi alamadım senden. böyle, birkaç saniye bakakaldım. hani filmlerde yavaş çekim yapılır ya, aynen o şekildeydi. dünya durmuş gibiydi. sonra koridorda ilerledim, tekrar döndüm, sonra tekrar, tekrar... sınıfa girdiğimde arkadaşlarıma seni anlattım. "uzun boylu mavi gözlü güzel saçlı kız" diye sayıklıyordum. sonra tekrar baktım sınıfının kapısına. hiç ilginç gelmemişti o an ama bu kadar güzel bir kız görmemiştim daha önce.

    arkadaşımı çağırdım. "mert bak" dedim, "sana hayatımda gördüğüm en güzel kızı göstereceğim.". yine koridora girdik. başta yoktun ama dönerken kapıya çıktın yine. "aha bu" diye bağırdım. millet döndü bize baktı. utandım acaba duydun mu diye. utangaçtım ben, öyle her istediğini anlatabilen biri değildim. neyse, duymadın herhalde. bakmadın da. kaçtım zaten hemen.

    sonra, bir gün beden dersinden çıktık. seni gördüm kantinde. gözlerinin yeşil olduğunu o sırada anladım. bakakaldım yine. utanıyordum, göz göze gelmemek için arada bir bakıyordum. genelde bakamıyordum.

    adını öğrenmeye o kadar hevesliydim ki, bütün sınıf listesinin videosunu çekmiştim. tabii telefon rezildi, fotoğraf falan olmuyordu. akşam gidince aradım, buldum seni. ne çok sevinmiştim, sena.

    sen, hep kapının önündeydin. ben de çıkıyordum sırf seni görmek için. görünce de kaçıyordum. arada göz göze geliyorduk. nedensiz seviniyordum.

    dışarıda kantine giderken seni görünce utanıp sıkılıyordum. yanından geçerken kafamı eğiyordum. göz göze gelmemek için senin tersine dönüp öyle yürüyordum.

    arkadaşlarım sen önümüzden geçerken "geliyor" diye sesleniyorlardı. bir gün biri üzerime çıkıp "geliyooo" diye bağırdı. ne utanmıştım. son dersti zaten. gülerek geçip girmiştin sınıfına. sonra daha çok bakmaya başladım. sen de öyle tabii.

    okul maçlarında görüyordum seni. herkes maçı izliyordu, ben seni.

    konuşmaya çabaladım aslında. okuldan çıkınca az takip etmedim. anlamış olmalıydın, durup durup gülüyordun. arkana bakmıyordun ama anlamalıydın. saçma olan, sen durunca ben de duruyordum ama konuşamıyordum işte. sen rahatsız olma diye, bir yere kadar geliyordum peşinden. seni üzmek isteyeceğim son şeydi.

    bir gün evinin nerede olduğunu aramak için okulu ektim. hatta ekerken gördün beni. baktın böyle, ben de baktım. tek fotoğrafının tek karesinden yerini bulmaya çalıştım. o gün bulamadım ama sonradan yine o kareden buldum.

    arkadaşlarımdan ekledim seni internette. kabul etmedin. sonra bir gün bir ateş, ekleyiverdim. 5 dakika dayanamadım geri çektim isteği. ama facebook'un saçmalamasından olacak ki, kabul ettin akşamında isteğimi. o kadar mutlu olmuştum ki bu küçücük şeye bile...

    okuldan dışarı çıkmıştım. siz kapıda bekliyordunuz. sana bakıyordum ben, senin de bana baktığını görüyordum. hoşuma gitmişti. belki bana bakmamıştın ama ben böyle görmüştüm. böyle inanıyordum.

    sonra konuştuk. gülüştük, umutlandım, kavga ettik, umutlarım kırıldı, tekrar onarıldı... yok, boşver bunları.

    seninle ilk ve tek yüz yüze konuşmamı hatırlıyorum. koşuşumu, heyecandan bacaklarımdaki tedirginliği, benden kaçışını, çaresizce ve gitgide moralim bozulurken arkandan bağırışlarımı. sonunda döndün. güneşten açamıyordun gözlerini. bembeyazdı tenin. ben daha konuşmadan "artık olacağını sanmıyorum" demiştin bile. oysa ki amacım o değildi ki. ben, sadece sana sözümü tutmak istemiştim. resmini verdim.

    sonraki gün kızlarla mutlu mutlu gülüşüyordun. ben de mutluydum, çünkü sevinmiştin. ama artık asla cesaret edemezdim. gitmedim yanına. arkadaş olmak istiyordum bir yandan. bir yandan seni görünce kaçıyor, diğer yandan senden hoşlanıyordum.

    doğum günüm, onu bile evinizin önünde kutladım vişne suyumla.

    kuaförden çıkan abla bize bağırırken, tamam abla diyince arkadaki kahkahayı duydum. o rezil oluşum bile çok hoşuma gitmişti.

    sonra küstük yine. beni arkadaş olarak görmeni hazmedemedim. konuşmayı kestikten 2 gün sonra başkasıyla çıkmaya başlamışsın. 2 hafta sonra hala aptalca umutlar dolaşırken kalbimde, elif'ten öğrendim. ağladım çocuk gibi. aslında, çocuktum zaten.

    yazımın hep seni düşünerek geçmesi, sonra ilk gün beni gördüğünde gülüşün, sonra senden saklanmam, kaçmam, uzak kalmam.

    başkasıyla çıkarken bile seni düşünmem, ona senin yüzünden seni seviyorum dememem. seni unutamadığım için ayrılmam.

    yolda seni görünce arkadaşlarımın bağırışları. sana döndüğümde bana bakman bile hoşuma gitmişti yine de.

    arada karşılaşmamız, hiç tanışmamış gibi davranmalarımız.

    neyse, artık bitti zaten. yine de sağ ol.

    başkası bunları yaşasa, çok anlamsız. benim için ise ne kadar eskimiş olsalar da hayatımın anlamı bunlar. lise hayatım, senden ibaret.

    imza: dünyanın en platonik lise hatıralarına sahip genci.

    not: bu yazıyı buraya sadece arada okuyup hatırlamak, anılarımın hafızamdan silinmesini engellemek için yazdım. bu yazıyı aslında bir nebze kendime yazdım.
    ···
  • daha çok