/i/Siyaset

Saygı Çerçevesinde Özgür Siyaset Platformu
  1. 26.
    +1
    mustafa kemal'in samsun'a vahdettin'in onayıyla gittiği doğrudur. tersi düşünülemez zaten o yetkilerle. mustafa kemal istanbul'a geldiği 30 kasım 1918'den mayıs'a kadar orada birşeyler yapmanın, harbiye nazırı olmanın yollarını aramıştır. daha önceki almanya seyahatinde vahdettin'le aralarında oluşan samimiyete de güvenmektedir. ancak bu girişimlerinin pek sonuç vermediğini görüyoruz, çok büyük zorluklarla birkaç randevu alabilmiş, anlattıklarına anlamlı bir tepki alamamış, en sonunda bu adamla bu iş olmayacak noktasına gelmiştir.
    karadeniz'deki pontus sorunu için önlem almak gerekmiş, o sırada cephede olmayan eldeki komutanlar içinde en iyi adayın mustafa kemal olduğuna genelkurmay karar vermiştir. sanırım harbiye nazırı m.kemal'in yakın arkadaşıdır, bu görevin gereğinden çok daha büyük yetkilere sahip olmasını sağlamıştır, hem görev hem de kontrol ettiği arazi olarak. ingilizler'in de işine gelmiştir ortalığı bulandıran bu adamın uzaklaşması. ayrılmadan
    klagib bir söylem vardır, vahdettin “paşa paşa devleti kurtarabilirsin” demiş ya! tamam, mücadeleyi başlatsın diye onu vahdettin göndermiş anadolu’ya. bu sözü aktaran atatürk, devamında kendi yorumunu da katıyor.
    Atatürk: Acaba vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? o vahdettin ki yabancı hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? aldatıldığını mı anlamıştı? fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli gördüm. kendisine basit cevaplar verdim: 'hakkımdaki teveccüh ve itimada teşekkürlerimi arz ederim. elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime güvenebilirsiniz.'söylerken kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim' kısaca hemen hükmümü verdim. vahdettin demek istiyordu ki: hiçbir kuvvetimiz yoktur. tek dayanağımız istanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen türkleri yatıştırırsam, vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım. "merak buyurmayın efendimiz" dedim. demek istediklerinizi anladım. emriniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım. 'muvaffak ol' hitab-ı şahanesine mahzar olduktan sonra huzurundan çıktım.
    Ancak, Vahdettin’in milli mücadelenin başlamasından sonra yaptıkları ortadadır. sadece ve sadece tahtını korumak memleketi feda etmekte sakınca görmemiştir. onun yönetimindeki osmanlı ankara'ya karşı isyan çıkarmış, hilafet ordusu kurmuş, m.kemal ve arkadaşlarını idama mahkum etmiş, yunan askerleri halifenin askerleridir diye uçaklardan bildiri dağıtmıştır.
    hiçbirşey yapamazdı, eli kolu bağlıydı argümanının antitezi ise bizzat m.kemal ve arkadaşları, ist.'daki itilaf devletlerinin depolarından silah çalıp ankara'ya göndereni, askeri, kadını çoluğu çocuğuyla türk halkıdır.
    bir padişahın yapabilecek çok şeyi olduğu barizdir, ama vahdettin, aslında ankara'nın kendi sonu olduğunu görmüş ve yabancılara esir olmayı tercih etmiştir. tabii burada vahdettin, vatan ulus gibi kavramlarla hiç ilgisi olmayan, ülke deyince kendi arazilerini anlayan bir hanedanın (tüm hanedanlar gibi) mensubudur kendisi. bir ailenin ülkeyi yönetmesi tam da bu yüzden çok kötüdür, ve ulusal egemenlik bu yüzden çok önemlidir.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster