/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +49 -6
    Sene 2003...

    Ankara'da arkeoloji doktora birinci sınıftaydım. Kız arkadaşım eda istanbul üniversitesinde kadro bulmuş ben ise henüz bulamamıştım. Eda'nın yüksek lisans biter bitmez doktoraya'ya kadrolu olarak başlaması tamamen başarısı ve azmiydi. Ankara Dil- tarih'e 1996 yılında arkeoloji bölüm öğrencisi olarak başladım. Edayla dönemdaşız. 2. sınıfın ortalarında yanlış hatırlamıyorsam 1997 nisan gibi sevgili olup 2002 yılında Yüksek lisans tez savunmamızın ertesi günü sözlenmiştik kendi aramızda. Tez savunmamızı başarıyla tamamladığımızı öğrendikten sonra, ikimizinde hayali olan akademisyenlik için doktora arayışlarına girmiştik. Eda, ingilizcesi sayesinde istanbul protohistorya bölümünde kendisine kadro bularak doktoraya başlamıştı. Ben ise, hocalarımın biraz torpiliyle zoru zoruna Ankara'da kendi üniversitemde doktoraya başlamıştım. ilk başlarda çok üzülsem de kadro bulamadığıma, Eda’nın başarısıyla kendimi teselli etmek zorunda kalmıştım ...
    ···
  2. 2.
    +8 -1
    1996 yılında ailemden ilk kez ayrılarak üniversite okumak için istanbul'dan Ankara'ya geldiğimde çok zorluklar çekmiştim. Adaptasyon süreci Üniversiteye biraz geç başladığımdan biraz sancılı geçmişti. Geldiğim ilk Ankara'yı büyük köy olarak görsem de sonradan çok alışıp sevmiştim. Bunda Eda'nın etkisi çok büyüktür. Lisansa başladığım ilk gün sınıfa girdiğimde, yaklaşık 50 kişinin içinde direk Eda dikkatımı çekmişti. Gözleri iğri iğri, kaşları uçurum, yüzü zambaklar kadar parlaktı. Güldüğünde keçi yavrusuna benzer bir hal alırdı Bütün Anadolu'nın gizini taşırdı sanki yüzünde. Eda'dan ilk anda o kadar etkilenmiştim ki zihnim ve zaman algım allak bullak olmuştu.
    ···
    1. 1.
      +14
      cinlerin anasını gibeyim 😁😁
      ···
      1. 1.
        +4
        😂😂😂😂
        ···
      2. 2.
        +2
        😂😂😂😂😂😂😂😂
        ···
  3. 3.
    +5 -1
    Bu hislerle yeni geldiğim şehirde günlerim geçiyordu. Hem şehri tanımaya çalışıyor hem sudan çıkmış balık misali üzerimdeki şoku atıp yeni bir hayatın tadına varmaya çalışıyordum. Eda aklımdan çıkmıyordu birşeyler yapmam gerekiyordu ancak bir hamle şansım vardi. en azından öyle hissediyordum çünkü yüzünde diğer kızlar gibi herhangi bir sıradanlık yoktu. Doğru anı bekleyip doğru hamleyi yapmak zorundaydım. Bu kadar kısa sürede yoğun duygular beslediğimi ona inandiramazdim. Bu düşüncelerle zaman geçip gidiyordu. Ona özel bir ilgim olduğunu hissettirmeden bir şekilde kasıtlı olarak yollarımızı kesiştiriyordum. 1 buçuk yılda hiç bir işe yaramamış gibi görünse de 1997 yılının nisan ayında birşeyleri başardığımı anlamıştım. Bir ders çıkışı 6-7 kişilik arkadaş grubu masada oturuken Eda'da gelmişti. 2-3 saat içinde masadan birer eksiliyordu insanlar her biri kaltığında Eda'nın hala oturduğunu görmek beni olunmaz sancılara itiyordu.
    ···
    1. 1.
      +2
      Sonra bskıcam rez
      ···
  4. 4.
    +5 -1
    En sonunda masada sadece ikimiz kalmıştık. Öyle sessizce oturup sadece birer Türk kahvesi içmiştik. Ne o kalkıyordu ne ben sadece sessizce oturuyorduk. Böyle böyle ilişkimiz çok yavaş ilerledi. Bu yavaşlık aslında aleyhime görünse de zamanla lehime çevrilmişti. Aramızda o kadar sağlam bir bağ ve samimiyet oluşmuştu ki Bahar dönemi bitmeden sevgili olmuştuk. O kadar huzurluyduk ki 1000 yıllık üzerlik otlarının huzuruna ermişcesine göğe yükselmiştik.

    Ben Lisans dönemimde Enver Paşa hayranı bir gençtim. Hayatını ilişkilerini mektuplarını yaşadıklarını her kaynaktan tarayarak okumaya ulaşmaya çalışmıştım. Sondaj çalışmamı Arkeoloji değilde Enver paşa üzerine yoğunlaştırdığım için Arkeolojide çokta başarılı değildim. Aslında not olarak başarılı sayılsam da teknik ve ilmi açıdan oldukça zayıf olduğumu düşünüyordum. Eda bazan bana Yeşil eriğim Buhara'yımı kurtaracaksın gel de şu toğrağın altına ses ver azıcık, Enver Paşa'n sana ekmek vermez derdi.
    ···
  5. 5.
    +7 -1
    Bende ekmek vermezse, Hürriyet verir cesaret verir derdim. Eda haklı çıkmıştı zamanla, Enver bana ne hürriyet ne cesaret ne de ekmek verdi. Kadro başvuruları açıklandığı gün eve gelip odada Enver Paşa'nın kubbe-tül sahra'da 1917'de çekilmiş ah Enver ah kendin gibi beni de yaktın bilinmezlik çukurunda diyerek bir paket sigara içmiştim. Aslında Enver Paşa'mın bu durumda bir kabahatı yoktu. aileden biraz varlıklı olduğum için arkeolojiye para gözüyle bakmadığımdandır bu başarısızlıklarım. Ama Eda benim gibi değildi emeğin gücüne inanırdı biraz da devrimciydi. Sonraları öğrendim ki Yeşil eriğimden kastı Nazım Hikmetmiş. Ondan bana öyle hitap edermiş. Bende ona Atsız'dan vur gönül mülkü düzelsin sen vuruyorken de öldürüyorken de güzelsin derdim. Düşünce bakımında çok zıt yönlerde de olsak gönül anlamında tam bir bütündük..
    ···
  6. 6.
    +5 -1
    Sene sanırım 2000'di son sınıfa geçmiştik. Ankara'nın kışları her zaman soğuk geçerdi. Ankara'nın bana kazandırdıkları diploma ve Eda dışında soğuğa karşı olaganüstü bir dirençti. istanbul'da yaşamamıza rağmen babam aslen muğla'lıydı. Yazları en az 2 ay kalıyorduk. Ege iklimin verdiği gevşeklik Ankara'ya ilk gittiğim zamanda başıma oldukça bela açmıştı. Herkes normal giyinirken ben en az 3 kat giyinirdim. Ama 2000 yılında normalınden daha da sert kış geçmişti. O kadar kuru bir soğuk vardı ki anlatamam. Bir anımdan bahsetmek istiyorum, o kış çok fena bir hastalık geçirmiştim. Evde kendi kendimi iyileştiremeyince Eda'da kalmak zorunda kaldım. 3 gün hiç kalkmadan yatmıştım. 3. günün sabahında kendimi iyi hissedip uyanmıştım. Sırtımda bir ağırlık vardı. Elimle baktıgımda havlu tarzı bir bez parçasıydı. Doğruldum, bir sigara yakıp zihnimi kurcalamaya başladım. Çocukluk yıllarımdan bu bez tanıdık gelmişti. Evet bu bez tanıdıktı annemin beziydi. Annemde ben hastalandıgımda sırtıma bez koyardı terleyipte tekrar hasta olmayayım diye. Sigara bittikten sonra içimi müthiş bir huzur kaplamıştı, beni annem gibi korumaya çalışan bir insanın varlığı gerçekten olağaüstüydü. Bu inceliği düşünen birisiyle kesinlikle evlenmeliydim. 2000 yılşında lisans bitince birbirimizden ayrılmamak için yüksek lisansta da aynı okulda devam etmiştik. O kadar güzel anılar o kadar güzel günlerimiz olmuştu ki. Şimdi 2020 ve ben 20 sene öncesini düşünürken hala mutlu olabiliyorum. içimi mavi bir bulut sonsuzluğu kaplıyabiliyor. Doktora'da ayrılmayı hiç planlamıyorduk ama kadro bulması bütün planları alt üst etmişti. Eda'nın ev ve okuluna yardımcı olabilmem için birlikte istanbula gittik..
    istanbul'a ilk kez geliyodu Eda, iStanbulu gezdirip iyice anlatmıştım ona. Veznecilerde küçük bir daire tutup yerleştirdikten sonra Ankara'ya döndüm. istanbul esenlere beni yolculamak için gelmişti. Esenlerin hengamesinde, kehkeşanında buğulu camın ardından binlerce kişi içinden yalnızca onu görüyordum. Bir bakışı vardı otobüs hareket ederken peygamber görse gözlerinden yaş gelirdi. Ankara'ya döndükten sonra günlerce bu ayrılığa alışmaya çalıştım. Doktora, lisans ya da yüksek lisans gibi değildi. Sürekli birşeyler çıkıyordu insanın karşısına Akıntıya karşı kürek çekmek gibiydi, durduğun an geri gitmeye başlıyordun. Birbirimize yeterli zamanı ayıramıyorduk. Zaten teknolojide elverişli değildi. Bu durumdan çok şikayetçi olsakta dişimizi sıkıp birlikte olacağimiz günler için katlanmaktan başka birşey de gelmiyordu elimizden.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    +5 -1
    2003 Nisan gibi fakültenin kapısında bir bildiri gördüm. Bildiri Ankara Üniversitesi arkeoloji sempozyumu başlıklıydı. Konuşmacılar listesinde Prof. Dr. Timur Yavuz hocamın ismini görünce heyecanlanmıştım. Çünkü 3 aydır sürekli derslerde yaptığı çok büyük keşiften bahsediyor ama başka birşey demiyordu. Sadece bekleyin göreceksiniz diyordu.. Ben bu keşfi Bu sempozyumda anlatacagını düşünerek hocamın yanına gidip detaylı bilgi istedim. Oda evet o gün geldi dedi. O kadar heyecanlıydım ki anlatamam. Zaten lisanstan beri adama olağanüstü bir hayranlığım vardi. Bölümde bazen fransızca bazen almanca konuştuğunu gördükçe imreniyordum. Zaten Türkiye'nin en sağlam protohistoryacılarından biri olması başlı başına benim için şanstı. Eğer bahsettiği keşif bir höyük ya da kent ise ben kafamda planı kurmuştum. Eda'yla birlikte bu kanaldan ilerleyecektik. Bahsettiği kadar önemli birşeyse bizi profesör bile yapar kafasındaydım... Edayla görüşüp bu konuyu anlattım. Oda heyecanlandı ama Timur hocayı çok sevmezdi eda. Benim ısrarlarım sonucunda kabul etti. ikimizinde düzenli gittiği demirbaş olduğu bir kazımız yoktu. Eğer bahsettiğim gibi bir höyük veya yerleşim yeriyse çekirdek ekipte olma şansımız vardı. Bunları ona anlattıktan sonra Ankara'ya sempozyuma gelmeye ikna olmuştu. Aslında sempozyumun heyecanı çokta umrumda değildi, uzun zaman sonra edayı görecektim, Bunun heyecanı vardı sempozyum birazda bahane olmuştu.
    ···
  8. 8.
    +5 -1
    Eda ankara'ya sınıftan arkadaşı kübrayla gelmişti. Kübra bana sıcak gelmese de sırf eda'nın gönlü kırılmasın diye birşey dememiştim. Kübra zayıf orta boylu oldukça esmer biriydi. Gözlerindeki enerji bana oldukça ürkütücü geliyordu. Eda ve Kübra bende kalmıştı. Kübranın varlığında çok rahat edemesekte yine hasretimizi gidermeye çalışmıştık. Sempozyum günü geldiğinde ben Eda ve Kübra okula geçip beklemeye başlamıştık. Bazı hocalar konuştuktan sonra sıra Timur hocaya gelmişti. Timur hoca Kürsüye çıktığında heyecandan gözleri patlayacak gibiydi.

    - Merhaba arkadaşlar aylardır sizleri bekletiyorum herşey kesin olmadan sizleri boş yere umutlandırmak istememiştim. Buğün geldiğimiz noktada artık herşey gün gibi ortada. Biliyorsunuz ki 6 yıldır Güneydoğu Anadolu'da yüzey araştırmaları yapıyorum. Geçen yıl olağan üstü bir kabartma buldum. ilk başlarda normal bir durum gibi karşılasam da, Sonrasında yaptıgım araştırmalar da buğüne dek bulunmuş en büyük Geç Hitit yerleşim yeri olduğunu saptadım.

    Salondakiler heyecanla dinliyordu Timur hocayı, öyle bir anlatıyordu ki insanlar nefes bile almıyordu. Daha sonra detaylı bilgileri ve fotoğrafları paylaşan hoca köyün isminide vermişti. Üçgözler köyü. Fotoğrafları yazıtları gören salondaki hocalar şaşkınlık içerisindeydi. Eda'ya dönüp bak bu kazıya gitmemiz lazım görüyorsun iyi ki gelmişşin dedim. Bu ikimiz içinde çok büyük fırsat. Ne yapıp edip ekibe dahil olmalıyız sözümü bitirmeden kübra lafa atlayıp kesinlikle bende gelmek istiyorum dedi. Ben dönüp baktım tebessüm haricinde bir cevap vermedim. Ama aklıma gelmişti böyle birşey olacağı...
    ···
  9. 9.
    +5 -2
    Toplantı çıkışı Timur hoca ortaya bombayı atıp gitmişti. Bulmak ne kolay. O gün bulamamıza rağmen ertesi gün odasında yakaladık. Benim zaten geç hititler üzerinde çalışmak istediğimi bilen Timur hoca direk kabul etti ancak Eda konusunda mırın kırın etti. Çünkü Eda'nın hem erken bronz çağ çalıştıgını hemde bizim üniversite değilde istanbulu seçmesini pek hoş karşılamamıştı. Birde üstüne kübra eklenince sen tamamsın ama kızları düşüneceğim şimdilik ekip daha belli değil diyerek hafifçe odasından beni kovmuştu. Ancak yüzsüzlük pahasına biraz daha soru sormak için kalmıştım. Kazılar ismini genel olarak bulunduğu köy kasabadan ya da üzerinde bir türbeden aldığı için kazının ismini Üçgözler olarak düşünüyordu hoca. Mardinde zamanında terör yüzünden boşaltılan üçgözler köyünün hemen yanıbaşında yer alıyormuş yerleşme. Ayrıca dikkat çeken diğer husus hocanın yaptığı çalışmalarda kesintisiz i.Ö 10. yüzyıl ile i.S 13 yy'a kadar tabakalanmasıydı keşfedilen yerin. yaklaşık 2200 yıllık hiç bozulmamış, arada bir zaman kopması ya da boşluk barındırmayan tabakalanma gerçekten imkansıza yakındı. Odasına sempozyumda göstermediği fotoğraflarada bakma fırsatı bulmuştum. inanılmaz kabartmalar heykeller yazıtlar vardı. Ayrıca Üst tabakalara tarihlendirilen el yazmalarını görünce aklımı yitireceğimi sanmıştım...
    ···
  10. 10.
    +6 -1
    El yazmalarının birinin resmini bile görmüştüm. Timur hocada cep fotoğraf makinesi vardı o dönemlerde. Dönemin makinelerine göre oldukça küçüktü. Bulunan el yazmasının birinin müzeye tesliminden önce Timur hoca uyanıklık yapıp fotoğraflamış. Bana binbir söz verdirerek göstermişti. Bana güvendiğinden bu tarz şeyleri paylaşırdı hep. fotoğraftaki yazı arapçaydı.

    -Ben arapça bilmiyorum hocam
    + Bende bilmiyorum ( Gülerek ) Ama bilen birilerine gösterdim.

    Çekmeceyi açarak bir kağit uzattı önüme. Okuduğumda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. içerisinde büyülere yönelik bir takım ritüeller yazıyordu ve birde kurandan bir ayet
    ···
  11. 11.
    +7
    Cinleri yaratan (Allah) olmasına rağmen, cinleri Allah’a ortak kıldılar. (Bununla yetinmeyip) hiçbir bilgiye dayanmadan, Allah’a oğullar ve kızlar nispet ettiler. O , onların yakıştırdığı sıfatlardan münezzeh ve yücedir.

    (6/En'âm 100)
    ···
  12. 12.
    +7 -1
    O an donup kalmıştım. Olanları kafamda birleştirince hızlıca izin alarak çıktım. Gördüklerimi eda'ya anlattım ve kazıya gitmiyoruz dedim. Eda şaşırmıştı günlerdir başımın etini yiyorsun şimdi bir arapça yazı yüzünden mi vazgeçeceksin herşeyden. Ben düşündüm ve ikimiz içinde doğru bir yol olabilir bu kazı en azından ilk senesine katılalım dedi. Eda benim gerçek düşüncelirimi bilmiyordu. Kübra'dan izin alarak evden çıkıp bir kafeye gidip aklımdaki herşeyi anlatmak istiyordum.
    ···
    1. 1.
      +1
      Devam etcek misn
      ···
    2. 2.
      +2
      Nasl toparlamaya çalışıyon? Bizzat yaşadığın olay mı yani? Ekşiden copy-paste alıp part part atmıyon mu?
      ···
  13. 13.
    +8 -1
    Edayı evden alıp bir kafeye zütürdüm ve aklımdakiler anlatmaya başladım. Üçgözler ismini duyunca ilk başta hiçbirşey aklıma gelmemişti. Ama sonra hoca o el yazmalarını gösterince tüylerim ürpermişti. Aklımdaki parçalar birleşmişti. Abim 14 nisan 1993 günü 24 yaşında kendini asarak intihar etmişti. istanbulda makine mühendisliği okuyan hayatında her zaman başarıyla anılmış birisiydi. Ancak ölümünden 2 yıl önce kadar falan esrarengiz birisi olmuştu. Konuşmuyordu, konuştugunda da hiç bir mantıklı cümle kurmuyordu. Önceleri çevrem ve ailem çocuk çok kitap okudu kafayı yedi şudur budur diye yaklaşıyorlardı. hastanelere doktorlara gidiyorduk ben 14 yaşlarındaydım pek karışmıyordum sadece yanlarında duruyordum. Aynı odada kaldıgımız için çok tedirginlik içerisinde 14 15 yaşlarını geçirdim. Ne yapıcağını kestiremiyordum. Okulu bırakmış sadece evde uyuyordu ve akşam namazıyla yatsı namazı arası sokakta yürümeye gidiyordu. Bazı geceler yatağın içinde oturduğunu ve bana baktıgını görünce korkudan altıma ediyordum. Ama elden birşey gelmiyordu. Benım odamı değiştirmem Abim doğu'yu daha da kötü hissetmesini sağlar diye ailem 2 yıl boyunca bana bu zulmu yapti. En son artık hocalara gidiyordu bizimkiler birgün balıkesirde çok büyük bir hoca olduğunu öğrenip yola düştüler. Bende gitmiştim. Hoca 70 yaşlarında bir amcaydı. Abimi görür görmez sen dışarı çık dedi. Yalnızca babam kalmıştı içeride. Babam çıktıktan sonra olanları anlattı. Hoca abimin çok tesirli bir cinni tarafından ele geçirildiğinden bahsetmiş, bir muska yazmış ve takdir allahındır demiş. Babam söve söve arabaya doldurdu bizi istanbula eve geri dönmüştük. Abim muskayı hiç bir zaman takmadı. Zaten 1 ay geçmeden kendini astı. Nazar değdi, cinlendi, çok okudu kafayı yedi gibi muhabbetler arasında unutuldu gidildi. Yalnızca annem unutmadı. Annem her zaman gözlerinin içinde onu yaşattı. Hiç konuşmadı ama içindeki fırtınaları ben hissedebiliyordum. Abimin ölümünden bir süre sonra kitaplarını falan karıştırmaya başladım ve bir deftere rast geldim. defter ne oldu bilmiyorum o yaşlarımda incelediğimde aklımda kalan her sayfası arapça yazılmış, ve değişik şekillerin olduğu. Yaptıgı hayvan ya da başka karışık figürlerin hepsınde üç göz vardi canlıların. Ben bu defterden kimseye bahsetmedim iyice üzülmesinler diye. Yalnızca anneme abimin arapça bilip bilmediğini sorduğumda, Küçükken kuran kursuna gitti ama hiç bir zaman kuran okuyacak düzeye çıkamadı demişti. Peki ya arapça yazacak kadar nerden öğrenmişti bu aklımı o dönem kemirip durmuştu. Bu olanların hepsini edaya anlattıgımda gözleri kocaman olmuş biçimde şaşkınlıkla beni dinledi. Önce inanmadı şaka yapıyosun hadi be gibilerinden tepki verdi, ciddi oldugumu anlayınca tesadüf gibi muhabbetlere girerek beni sakinleştirmeye çalıştı. Bu yaşadıklarımın hepsini Timur hocanın odasında birleştirmiştim. Belki de Eda haklıydı ben paranoya yapıyordum...
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +8 -1
    Eda için bu tarz şeyler anlamsız gelirdi. Cinlerin varlığını insanın kendi beynindeki kurgudan ibaret olduğuna dair onlarca kez muhabbetini dinlemiştim yıllarca. Yine aynı muahbbetlere girip sakın sırf bu tesadüf yüzünden kazıya gitmemezlik yapmayalım diyordu. Şaşkındım Timur hocadan nefret derecesinde haz etmeyen eda kazı için bu sefer beni ikna etmeye çalışıyordu. Ama ben sebebini anlamıştım arkadaşı kübra'nın aklıydı bu. Kübra o kazıya kendisinin gitmesinin yolunun Eda'dan yani benden geçtiğini çok iyi biliyordu. Böyle kazılarda Hocalar genelde ilk başlarda kendi tanıdığı güvendiği öğrencileriyle asistanlarıyla çekirdek kadroyu kurardı. Ben kübraya referans olmazsam gelme ihtimalı çok düşüktü. Kübra'da Eda'nın aklına girmiş bir şekilde Eda'da bu yaşadıklarımı anlattıklarımı çok takmıyordu. Sadece önümüzü kesmeyelim kariyerimizle oynamayalim. Zor bir çocukluk geçirmişşin ondan bu kafanda birleştirdiklerin falan diyip duruyordu. istanbula döndükten sonra bunlar edayla her konuştugumuzda konu buraya geliyor ve gidiyoruz dimi sana da çok iyi gelecek bak göreceksin diyordu. Bende en sonunda Mayıs'ın sonu gibi gittim hocaya geleceğimi söyledim. Ayrıca kurulan 14 kişilik kadroya yalvara yakara Eda ve kübrayı eklettım. Bakanlık Ankarada olduğu için kazı listesine aynı gün içerisinde Hocanında imzasıyla gidip ekletmiştik. Kazı Temmuz'un ilk haftası başlayacak Eylül'ün 15 ine kadar sürecekti. Hoca tanıdıklarınıda araya sokarak epey yüklü ödenekte almıştı. Toplam da 16 kişilik bir ekip olmuştuk. Doçent doktor Firdevs hoca, Asistanlardan zeynep ve eda vardı. 11 tanede lisans yüksek lisanstan öğrenci. Kazı için herşey hazırdı. timur hoca 2 ay sonra bütün dünya bizi konuşacak 7'den 70'e herkesi şoka uğratacağiz diyordu beni her gördüğünde.
    ···
  15. 15.
    +6 -1
    Ben artık bu bilinmezlik içerisinde hocanın ayakçılığını yaparak günlerimi geçiriyordum. Açıkcası içine girdiğim durumda pgibolojim o kadar pamuk ipliğine bağliydi ki anlatamam. Kafayı tırlatmama ramak kalmıştı. Bölüm içindeki entrikilar arkadan konuşmalar kuyu kazmalara şahit oldukça insanlığımdan utanıyordum. Birlikte can ciğer insanların koca koca pröfesörlerin birbirlerinin arkalarından yaptıklarını gördükçe midem bulanıyordu. iyice kendimi bölümdeki iç savaşın içerisinde bulmuştum. Asistanların hal ve hareketleri gerçekten mide bulandırıyordu. Ayaklarında yaz kış botlarla gezip lisans öğrencisi kızlara yürümeleri gayet olağandi kendi aralarında. Ben Kadro bulamadığım için bir tık bu Megaloman asistanların kıdemsızı olduğum için gözlerinin uçlarııyla yeriyorlardı beni. Akademide iyi insanlar yokmuydu elbette vardı ama genelde yüzde 90ı lağımdı. Bu hayata hazır mıydım bilmiyordum. Bu düşüncelerle okul kapanmış yaz mevsimi başlamış ama ben hala fakültede timur hocanın işlerini yapıyordum. Birgün gelip Kazı 4 temmuz'da başlıyor diyerek topuklarını zütüne vurmaya başladı. Ama bir sorunumuz vardi biz gelecek insanlara kalacak yer ayarlamak için ortamın koşullarını iyileştirmek için 25 haziranda oraya gidecekmişiz. Normalde benım planım Kazıdan önce istanbula giderim ailemi görürüm çocukluk arkadaşlarımı görürüm ordan temmuz başı Eda'yı alır Mardine gitmekti. Ama hepsini yalan etti timur hoca, o gün sigara içe içe cebeciden kızılaya yürümüştüm. Kısa mesafeydi aslında ama sanki zaman bükülmüş ve aylarca yürümüş gibi hissediyordum. Bu durumu edaya anlattıktan oda kübrayla erken gelmek istedi. Her ne hikmetse herşeyden kübra çıkıyordu. Bende koşulları bilmiyoruz, Mardınde temmuzda bir köyde hemde boşaltılmış bir köyde sizin hiç birşey hazır olmadan gelmeniz sıkıntı doğurur diyerek ikna ettim. iyiki de etmişim gittiğimizde ilçede bir pansiyon tarzı biryerde kalırken duvarda akrep görmem bütün gecelerimi zehir etmişti... Timur hoca firdevs hoca ve ben mardin'e giden öncü ekiptik. 25 haziranda mardin o kadar sıcaktı ki beynim fokurduyordu şehri gezerken. Herkes kalın giyinmiş kafalarında bezler bize uzaylı görmüşcesine bakıyorlardı. Ben yine tedbirli gitmiştim ama Timur ve firdevs hocanın elbiseleri tam fiyaskoydu. Gözlerinde güneş gözlüğü kafalarında şapka kargo pantolonları falan çok komikti uzaktan bakınca. Bu duruma yöre insanlarıda kendi arasında kürtçe konuşup gülüyorlardı.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +3
      lan kozmonot sakın quantum gibi yapıp yarıda bırakıp ayarlarımızı bozma. devam babuş
      ···
    2. 2.
      +1
      Yazsana amk çucu
      ···
  16. 16.
    +6
    Mardin mükemmel bir yerdi. Sokaklarında gezerken hangi yüzyılda oldugumu bir esnaf lokantasının önündeki radyodan anlıyordum. Bazı oryantalist avrupalıların imgelendirdiği masalımsı doğulu kadın figürlerini dar sokakların başlarında görebiliyordum. Gözleri kalemli simsiyah zeytin iriliğindeki kadınları gördükçe kadim mezopotamya'nın sırlarının sırlarına ereceğimi düşünüyordum. Gezerken havanın sıcaklıgının farkına varıp beynimin buharlaşıp uçtuğunu hissediyordum. Bir dükkana girip poşu ve yöresel gömlek alıp şehre karışmam gerekiyordu. Çok az Türkçe konuşan bir amcada poşu aldım. Yüzündeki çizgileri içtiği sigara dumanı dolduruyordu. Ankara'dan istanbuldan bu bölge hakkında konuşmanın hüküm vermenin çok kolay olduğunu daha yeni idrak etmiştim. Daha sonra Hocamlarla buluşup kazı alanına en yakın 1 saat olan ilçeye gitmek için harekete geçtik. ilçeye gittiğimizde o gün bir pansiyonda kaldık. Ertesi gün bir minibüsle üçgözler köyüne gittik. Kazı alanın köyün yaklaşık 250 metre uzağında bir noktadaydı. Köy öğrendiğimiz kadarıyla 1989'da Terör sebebiyle boşaltılmış hiç kimse yaşamıyordu. Yaklaşık 20-30 hanesi olan bomboş bir köydü. üçgözler köyünün sakinleri zamanında ya en yakın ilçeye ya da batı illerine göçmüşler. Köyün Doğusunda bir tepede yıkık türbemsi bir yapı ve bir ağaç bulunuyordu. Sonraları öğrendim ki bu alan çevre halkı tarafından kutsal sayılan yılın belli dönemleri gelinip kurbanlar kesilip adaklar adanan bir inanç merkeziymiş. Timur hocayla nasıl kalacağimizi neler yapacağimizi araziyi gezerken konuşuyorduk. Alan o kadar çıplaktı ki yıkık türbenin yanındaki ağaçtan başka hiç bir ağaç yoktu.

    - Hocam, bizim burda kalmamız şuan imkansız. Altyapı su elektirk yok, en mantıklı görünen ilçede bir pansiyon tutup hergün gidip gelmemiz.

    + iyi hoşta burda kalmazsak hergün 1 saat gidiş 1 saat geliş yol bizi çok yorar ayrıca buluntuları hergün zütürmemiz gerekecek depomuzda ilçede olursa işler sürekli karışabilir. Ankarayla görüşüp köyün yanına ya da cıvarına konteynır kent kurmalarını isteyeceğim. Almanya'dan iki hititolog da gelecek ilçede olmamız verimli çalışmamız için dezavantaj. Sen gittiğinde kahvelere uğra 15 tane işçi aradığımızı söyle.

    - Bende istemeyerekte olsa kabul ettim. içimden inşallah bu yerde kalmayız inşallah bakanlık konteynır yollamaz diyordum. Her terkedilmiş yerde olduğu gibi burasıda insani ürpertiyordu.

    ilçeye döndüğümüzde hemen bir telefon bulup edayı aradım ve durumdan bahsettim. Hala şansın var bak aileni bahane ederek gelmeyebilirsin burda hiç bir düzen yok dedim. Eda önce kabul eder gibi olsa da ertesi gün konuştugumuzda yine eski inadına dönmüştü. Kübrayla birlikte 5 hazıranda ordayız dedi. Bu arada ben ilçedeki kahveleri gezip kazı için işçi aradğımıza dair haberler yayıyordum. ilçede işşiz insan çoktu ama bir kişi bile çalışmak istemiyordu. Hatta orada kazı yapılacagını duyan bir kaç kişi üzerime bile yürümüştü. Bende güvenliğimiz askeriyeden sorumlu bir ankaradan geliyoruz diyerek korkutmaya çalışmıştım.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    +4
    ilçe çok küçük biryer olduugundan her haber anında her yere yayılıyordu. Üçgözler köyünde kazı yapılacagını duyan insanlar hergün pansiyona gelip hır gür çıkartıyordu. birgün 20-30 kişi geldiğinde Timur hoca artık askeriyeyi arayıp yardım istemişti. Kazılarda yöre halkıyla iyi geçinmeden işler yolunda gitmezdi. Yöre halkını önce inandırman gerekıyordu. insanlar oralara ya kutsal gözüyle bakıyor ya da altın gözüyle bakıyordu. Timur hoca 1991'de Mardin gırnavaz kazılarına meydana gelen ve 2 doktora öğrencisinin öldüğü olayların başımıza gelmesinden korkuyordu. Mardin gırnavaz'da da benzer durumlar yaşanmıştı köylüler ve halk kazı yapılmasını istememişti ancak kazılar devam edince kazı aracına bomba konmuştu. Bu bombalı saldırıda iki arkeolog hayatını yitirmişti.O Gamsız rahat timur hocayı ilk kez bu kadar gergin ve düşünceli görüyordum. kazı başlamasına 5 gün vardı ve daha çok önemli problemler çözülmemişti. Beni yanına çağirip

    + Biz firdevsle konuştuk acaba 1 yıl ertelesek mi ?

    o an gereksiz bir atarla olur mu hocam bu kadar büyük bir keşfi kendini bilmez 3-5 insan için mi erteleyeceğiz. Askeriyeyle detaylı konuşalım ilçede bir toplantı yapsın durumu anlatsın dedim. Niye böyle birşey dedim bilmiyorum o an içinde bulunduğum çıkmazda kaçıp gitmeyi kendime yedirememiştim. Askeriyede Ahmet binbaşı vardi. Sağolsun o bize çok yardımcı oldu. Ankarayla yazışmalarda askeriyenın tüm imkanlarını sundu. Toplantı içinde bir kahve ayarlayıp 40-50 kişi toplayıp konuşma yaptı. Biraz tehditvari konuşup insanların sesini kesmişti. Çıkışta hocama bunlarla insan gibi konuşursanız anlamazlar bunlara anlayacaği dilden konuşun. Zaten pkk falan korkusu olmasın biz köyün güvenliğini 7-24 jandarmayla sağlayacağiz dedi. O an hepimize bir umut doğmuştu. Ankaradan konteynır gerekli ihtiyaç bütün ihityaç malzemesi ve köye elektirk çekilecegıne dair haber de gelince artık hiç bir problem kalmamıştı.
    ···
  18. 18.
    +7
    5 Haziranda bütün ekip ilçeye gelmişti. Tam 16 kişiydik bu bilinmezin içinde. firdevs hoca timur hoca ben eda kübra haricinde 11 kişi ne olacağı hakkında hiçbir fikre sahip değildirler. Lisans öğrencilerinden öznur ve hatice'nin yüzündeki kaygı gözlerinden okunuyordu. Ekipte 7 kız 4 erkek vardi. Öğrencilerle ben ilgilendiğim için bazen eda kıskançlık yapıp sinirlerimi bozmaması dışında ilk günlerde birşey yaşanmadı. Her sabah 4 te kalkıyorduk 5 te minibüsle hareket ediyorduk.. 6 da iş başı öğlen 2 de bırakıyorduk. 2'den 5'e kadar köydeki boş evlerden ikisini kendimize depo yapmıştık orayla ilgileniyorduk. ilk günler arazi şartları çok zor geçtiği için herkeste bir bıkkınlık vardı ama yüzeydeki dolgu toprağı aldıktan sonra bulacaklarımız için katlanıyorduk. Bu arada binbaşı Ahmet 17 tane işçi bulmuştu. Nasıl buldu bilmiyorum üçgözler köyünün ismini duyan işçiler şeytan görmüş irkilip red etmişti beni hep. 10 gün bu kargaşayla sürdü. bu geçen sürede 4 tane kontenynır yatak ekgibler ekipmanlar falan geliyordu sürekli. 25 hazıran gibi artık bütün ekgiblerin giderildiğini görünce ilçeden buraya gidip gelmenın mantıksız olduğunu anladık. Burda kalacaktık. Buranın gecesini hiç görmemiştim. korkar mıyım bilmiyordum ama kızlar çok heyecanlıydı anlam veremıyordum. her konteynıra ortalama 4 kişi sığacak şekilde yerleşip ilçeden köye taşındık. Belediyeyeyle anlaşıp sabah öğle akşam ekmek günlük gazete ve aşevinden yemek getireceklerdi...
    ···
  19. 19.
    +6
    Artık sabah 4 te degıl 5 te kalkıyorduk. o bir saatlik uyku o kadar güzeldi ki anlatamam. Yolda boş yere yorulmuyorduk. Köyle kazı yaptıgımız arazi arası yaklaşık 200 metre kadardı. Köyde kalmanın tek sıkıntısı akrep ve devasa örümcekler olarak görüyordum. Timur hoca herkesi toplayıp hergün uyarılar yapıyordu. Kesinlikle yalnız başınıza hava almak için dahi olsa köyden çıkmayın ve evlere girmeyin. Bir seferinde depo olarak kullandığımız boş evde gördüğüm örümcek abartısız avucumdan büyüktü. Hayatımda ilk defa böyle birşey görümüştüm. Yıllarca Batı Anadolu ve Orta Anadolu'da çeşitli kazılarda bulunmuştum ama ilk kez böylesine zorlu bir ortamdaydım. Hayatında ilk defa kazıya gelen öznur ve Bülent hergün ağlayarak güne başlıyorlardı. Gitmeleri an meselesiydi. Yaptıgımız kazılarda yaklaşık 2 metre derinlikten sonra yerleşim yerine denk geldik. Çıkan kabartmalar yazıtlar mükemmeldi. Bütün ekip mutluluktan bütün çekilen zorluğu unutmuştu. Yazıtların bir çoğu luwi ve arami dilindeydi. burdan yola çıkarak i.Ö 9-8 yy hitit arami kenti olduğu kanıtlanmıştı. Ancak aramilerin bu bölgedeki varlığına ilk kez rastlanılıyordu. O hafta gerçekten Bütün arkeoloji camiası bizi konuşmuştu. Ekipte herhangi bir dilbilimci yoktu. Almanya'dan gelen 2 hititolog hoca çivi yazısı uzmanlarıydı. timur hoca istanbul'dan ölü diller üzerinde uzmanlaşmış yahudi asıllı yakub hocayı mardine kısa süreliğine de olsa getirtmek istiyordu...
    ···
  20. 20.
    +4
    Biz sadece pazar günleri minibüsle ilçeye gidip 2-3 saat zaman geçirip ekgiblerimizi alabiliyorduk.. Bir pazar günü ilçeden geldikten sonra köyde boş boş sigara içip yürürken bir ev dikkatımı çekti. Diğerlerinden farklıydı. Farklı olan kısmı çift katlı olması ve kesme taştan yapılmasaydı. Muhtemelen köyün ağasının evidir tarzında bir düşünceye kapıldım. Köydeki evler boş olmasına rağmen kapıları ve pencereli genel olarak sağlamdı. Öyle yıkık dökük harabe bir köy değildi. Sanki dün boşaltılmış gibi ayaktaydı herşey. O gece uyduktan sonra, 2 gibi uyandım ve konteynırdan dışarı çıktım sigara içmek için. Arazide bekleyen iki güvenlik dışında kimse ayakta değildi. sigaramı yakıp yürürken bir anda gündüz gördüğüm evin ışıklarının yandığını gördüm. Şaşırmıştım korka korka yönelip camdan içeri baktıgımda kadınlar erkekler çocuklar ağliyordu. şok içerisindeydim yüzüm kaskatı kesilmiş kanım donmuştu ve birden içerideki insanların hepsinin aniden bana döndüğünü görünce yataktan sıçradım. Rüya olduğunu fark edip kendime gelene kadar kalbim yerinden çıkmıştı sanki. Saate baktıgımda 5'e çeyrek vardı. kalktım elimi yüzümü yıkadım birşeyler atıştırıp araziye gitmek için hazırlandım. Kimseye bu rüyadan bahsetmemiştim. Zaten akşam yemeklerinden sonra sürekli firdevs hoca cin muhabbeti yapıp gülüyordu. Arkeolojik kazılarda bu muhabbet olmazsa olmazıdır. Tadıdır tuzudur kazı evlerinin. Akşam ki yorgunluğu unutturan tek şey korkudur. Genel olarak kimse inançlı olarak gözükmese de Firdevs hocanın konya türbe kazılarında sivas kale kazılarında yaşadıklarını anlatması çocukların gözlerini büyütüyordu. Hepsi palavraydı biliyordum ama bende korkuyordum.
    ···