/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +2
    şimdi size amın etrafıdaki et parçası uğruna hayatını kaydıran ezik bir beyaz yakalının hikayesini anlatıcam:

    ofis gürültüsünden ve çalışmayan klimadan bunalmış halde saate baktı metin: 15:35.
    allahtan raporun bitmesine az kaldı. bu hafta üç kez tekrarlamıştı patron: \'çabuk bitir şu işi\' demişti. \'biraz daha bekletirsem istifa mektubumu ister kesin\' diye düşündü metin. yok, tamam, bitti işte. mausla \'farklı kaydet\'e tıkladı. \'aman ha sakın! aynen kaydet\' dedi kendi kendine. aynı espriyi yapıyor uzun zamandır. her seferinde de gülüyor. mesainin geri kalanını mutlu bir halde \'kebap\' yaparak geçireceğini düşündüğü sırada cep telefonu çaldı. \'off yine müşteridir.\' ekrana baktı: \'gelen arama:aylin\'. sıkıntısı geçti, cevapladı: \'alo aylin?\'. kızın kulaklara zarar tiz sesi kulağında çınladı: \'askım san hala iste misin? hadi çık, tivi bakıcaz\'. doğum gününde bir ş kolyesi alayım bu kıza\' diye düşündü. \'aşkını ilan etsin; işte miyim diye sorsun; iki de küpe sen ile ben\'. ilkokul fişleri geldi sonra aklına: \'ali topu at; ali koş, of ali cok sıkıcısın! bak bu berk. banci camping yapıyor. amerikan futbolu oynuyor. senin yerine işe aldık onu; tazminatını al ve çık. bu arada tebrik ederim berk, süper triseps yapmışsın.\' \'askım orda mısın?\' sanki bir yılan tıslıyor kulağına kulağına. \'tamam aylin, şimdi çıkıyorum\'...
    ···
  2. 2.
    +1
    Ne mal adam lan bu metin neyse rez
    ···
  3. 3.
    +1
    On numara yazmışsın usta kitap çıkarsan alıp okurum
    ···
  4. 4.
    +1
    Rez babacım okunur
    ···
  5. 5.
    0
    minibüsün arka koltuğunda hoplaya zıplaya alışveriş merkezine giderken düşüncelere daldı yine: 'oturma odası, yemek odası tamam: oniki taksit; hem de üç ay sonra ödemeye başlayacağım. yatak şimdilik idare eder. gardırobu da cilalattım mı en az iki sene zütürür. şu 'tivi' işini de kazasız belasız atlatırsam tamamdır. yetmiş ekran tüplü alırsam en az zararla kurtulmuş olurum. bir işe girse şu kız, herşey daha kolay olacak da... ne bileyim 'yönetici asistanı' olsa mesela... bir dil kursuna gitse belki bir şansı olur. aman boşver yahu. kursun parası kimden çıkacak sanki!' şoföre seslendi: 'müsait bir yerde'

    işıl ışıl bir teknomarket, her tarafta 'beni al, beni de al, onu aldıysan ben zaten bedavayım' yazıları... tüplü televizyonu aradı gözleri; mağazanın en ücra köşesinde birkaç tane 37 ekran gördü; bir tane de 55 ekran, başka bulamadı. her taraf pırıl pırılken bu garibanlar üstlerinde bir parmak tozla duruyorlardı. 'soğutmaya çalışıyorlar insanları' diye düşündü. 'pazarlama stratejisi dedikleri bu olsa gerek; insanları tüplüden tiksindirip ince ekranları almaya mecbur bırakıyorlar. ucuz birşey bulabilsem bari'. aylin karşıdan koşar adımlarla gülücükler saçarak geldi, boynuna sarıldı: 'askımm gel bak tiviler burda' deyip çekiştirdi kolundan. bir duvar dolusu 'tivi'nin önünden geçtiler. bir kısmında basketbol maçı oynanıyordu, bir kısmında da çok güzel bir genç kız çiçeğin böceğin arasında üzerinde basmalı bir elbiseyle geziniyordu. arada kocaman bir kelebek görünüyor, sonra rüzgarın - daha doğrusu çekim için getirilmiş dev bir vantilatörün - sayesinde açılan bacaklarıyla kıza dönüyordu kamera. 'bu kızın bu ıssız yerde işi ne?' diye düşündü metin. 'kurda kuşa yem olacak, o araziye akşam indi mi kurt da ayı da beraberca iner. ancak polyanna gezebilir burda ya da heidi. kandırıyorlar adamı şu pazarlamacılar'. göz ucuyla baktı tüplülere, sadece 55 ekranda görüntü vardı. onda da canlı yayınlanan bir kadın programı oynuyordu. altyazıyı okudu: 'eski karısını öldüren mahmut bey kendine yeni eş arıyor'. 'pazarlama' dedi kendi kendine. 'herşey pazarlamanın esiri olmuş'. bu esnada bir mağaza görevlisi yanaştı yanlarına:

    -yardımcı olabilir miyim?

    -evet, bütçemize uygun bir televizyon bakıyorduk dedi metin. bütçe lafını baştan koyarak hem satıcıyı hem de aylin'i zaptetmeye, kanatlanıp uçmalarına izin vermemeye çalışıyordu. aylin bütçe lafını her duyduğunda olduğu gibi sinirlendi, burun delikleri genişledi, ağzındaki sakızı daha sert çiğnemeye başladı.

    -ne kadarlık bir bütçeden bahsediyoruz diyerek rest çekti satıcı. kızın yanında ezmiyim seni der gibi bıyık altından da gülüyordu. metin resti göremedi, ağız değiştirdi:

    -aslında belirgin bir fiyat yok aklımda ama, çok pahalı bir şey düşünmüyoruz açıkçası.

    -o zaman ben size genel bir bilgi vereyim dedi adam ve sazı eline aldı: şu sol tarafta alt kısımda gördüğünüz elsidi modelimiz eyçdi redi, elli hertz, otuziki inç, hareket düzeltme teknolojisi de var. en uygun fiyatlı modelimiz diyebilirim. hemen üstünde gördüğümüz modelimiz en şık tasarımlarımızdan: yüz hertz, otuziki inç, iki skart-üç eyçdiemay girişi var. bu arada: oturma alanınıza ne kadar uzaklıkta olacak televizyon acaba?

    iki odalı yetmiş metrekarelik evinin küçük salonunu gözünün önüne getirdi metin. salon boydan boya beş metre var galiba diye yanıtladı. aylin 'beş buçuk' diye hemen düzeltti.

    -'ooo! o zaman size en az kırkiki inçlik bir model vermemiz gerekir' dedi adam. 'hatta bence kırkaltı en uygunu. karşınızda gördüğünüz bu model kırkiki inç elsidi, ful eyçdi, ikiyüz hertz, beş skart, dört eyçdiemay girişi, iki ses çıkışı, görüntü ve ses düzeltme teknolojilerine sahip. hemen üstündeki modelde ise bunlara ek olarak dvd çalma özelliği var. gayet ileri bir model.'

    terimlerden kafası karışan metin kontrolü ele alıp birkaç soru sormaya yeltendi. satıcı almış başını giderken aylin'in ağzı açılmış, sakızı görünür hale gelmişti.

    -ben açıkçası ikiyüz hertz diye birşeyi ilk defa duyuyorum.

    -bu son teknoloji efendim. dikkatli bakarsanız görüntüdeki akıcılığı farkedeceksiniz.

    bu esnada güzel kız çiçekli böcekli alandan çıkmış bir anda kendini kumsala atmıştı, mayokini ve kocaman güneş gözlükleri ile muhteşem görünüyordu. metin satıcının lafları ile görüntülerin birbirini desteklemesi için mağazanın arka bölümünde kumpasın diğer yakasını hayal etti: sigara dumanı içindeki küçük odada iki genç serserinin mağaza içi kamera-mikrofonlardan kendilerini seyredip dinlediklerini düşündü. ' ver! verr' plaj sahnesini ver' diyordu biri ötekine. 'adamın ağzı açık kaldı baksana' deyip gülüyordu. 'bizim şükrü de keklikleri buldu bol keseden sallıyor.' derken gülmekten katılıyordu. öteki: 'ikiyüz hertz, yok beşyüz! haha! diğer kızları görünce ne yapacak bizim kurban çok merak ediyorum. sen yandaki kumandaya geç bak bir çift daha geldi öteki tarafa'

    aylin:' metin bu tivii çok guzaaal' deyince kendine geldi metin. tekrar söze girişti.

    -şükrü bey, bu ekrandaki görünti hangi kanal acaba:

    -dividi bu efendi, eyçdi yayın. bu arada ismim sina.

    -şükrü sina gibi mi?

    -hayır, sadece sina.

    -anladım

    -dilerseniz son olarak en üst modellerimizi tanıtayım. alt kısımda gördüğünüz model kırkaltı inç, ful eyçdi, beş skart- on eyçdiemay girişi, üç ses, iki koku çıkışı var, ayrıca hereketli sahnelerde titreşim, sakin sahnelerde sandal gibi salınma özelliğine sahip. düşünün bir kere eşinizle... (aylin kıkırdadı)

    -biz evli değiliz henüz diye araya girdi metin (aylin bozuldu)

    -müstakbel eşinizle diyelim. bir film seyrediyorsunuz, filmdeki kahraman bir yata binmiş eşiyle beraber sefa yapıyor, şampanya içiyor, havyar yiyor. siz de aynı salınımı hissediyor ve şampanya ve deniz kokusunu içinize çekiyorsunuz. (aylin'in çenesi tamamen açıldı)

    -peki kahramanlarımızın bünyesi kaldırmaz da havyar gaz yaparsa deyiverdi metin. bu esnada görüntü değişmiş, plajdaki kızın yanına sarışın, kumral, esmer onlarca kız eklenmişti, hepsi birlikte denizde şakalaşıyorlar, birbirlerine su sıçratıyorlardı. 'içerideki iki serseri son numaralarını yapıyor işte' diye düşündü metin.

    -çok şakacısınız efendim, gördüğünüz gibi teknoloji sayesinde sınırlar ortadan kalkıyor günümüzde. en sağ tarafta gördüğünüz modelimiz ise mağazamızın en muhteşem ürünü, elli inç, ultra full eyçdi ve az önceki modelin özelliklerine ek olarak internet bağlantısı var ve alt yazısı olmayan program ve filmlerde internet izerinden simultane tercümana bağlanıyor. bu sayede isterseniz ellibeş dilde programı, canlı yayını anında çevirisiyle seyredebiliyorsunuz.

    bu esnada ağzını konuşabilmek için kapatan aylin: 'bunu alalım askımmm, bak hem dil kursuna gitme derdinden de kurtulurum ellibes tane dil öğrenebilirim hadiii'deyip metin'in kolunu çekiştirmeye başladı.

    -fiyatlar hakkında bilgi alamadık şükrü, eeee sina bey diye konuyu değişiverdi metin.

    -efendim baştan itibaren tanıttığım modeller üç beş yedi bin gibi ikibiner ytl artışla fiyatlandırılıyor. son tanıttığım model ise onbeşbin ytl oluyor. elbette koku haznesine konan kimyasal karışım ve tercüman ücretini sizden ayrıca talep ediyoruz. ne demişler efendim: bir lisan bir insan...

    -yuh! yani.. biraz pahalı değil mi demek istedim?

    -efendim inanılmaz uygun ödeme koşullarımız var. peşin fiyatına 36 artı 12 taksitle ödeme şansınız bulunuyor. dilerseniz üst modeller için konut kredisi talebinizi hemen köşedeki standda alabiliyoruz...

    -konut mu??

    -e meblağ yüksek olunca normal krediler kabul edersiniz ki biraz yetersiz kalıyor.

    -anlıyorum. teşekkür ederiz biz diğer mağazalara da bir bakalım...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    0
    kafede otururlarken aylin hala en pahalı modelde ısrar etmekteydi. metin en ucuzuna bile parayı zar zor yetiştireceğini defalarca anlatmaya çalıştı ama söz dinletemedi. sonunda aylin sıkıldı ve 'bir süre senin görüşmiycem' dedi. metin aylin'den vazgeçmek istemiyordu. ama bu televizyonu alması demek neredeyse yemek yiyecek parasının bile kalmaması demekti. diğer taksitler, ev kirası, hepsi üstüste binmişti. 'yok olmayacak' dedi kendi kendine, 'bir başka yolu olmalı'

    sonraki günlerde işyerinde interneten fiyat-model araştırmalarına devam etti. başka mağazalarda da fiyatlar üç aşağı beş yukarı aynıydı. aylin'in huyunu bildiği için en pahalı modeli almak zorunda olduğunun farkındaydı. daha geçen akşam nişanı atmaktan bahsetmişti kız. ayrılığa dayanma gücünü sınamak istemiyordu metin.

    bir akşam iş çıkışına yakın saatte bölümdeki arkadaşlarının toplanmış hararetli bir şekilde konuştuklarını gördü. yanlarına gitti. konu yeni açılacak bir elektronik mağazanın ilk gün için yapacağı indirimlerdi. herşeyin yarı fiyatına satılacağından, taksitlerin çokluğundan, ürünlerin çeşitliliğinden bahsediyorlardı. bunları duyan metin, konuya en çok vakıf olduğunu farkettiği hayri'nin yanına sokulup sordu:

    -gerçekten yarı fiyatına mı satacaklarmış hayri?

    -evet hatta bazı modeller yarısından da ucuza!

    -televizyonlar da mı?

    -elbette canım, herşey yarı fiyatına. benim de peşinde koştuğum bir model var. pxz55qwerturbo, televizyon anında çeviri yapıyor ve beş artı bir koku sistemi var!

    -yok canım daha neler? ben bir fotoğraf makinesi bakacaktım dedi metin. 'mala başka talipler olduğu da aşikar' diye düşündü. 'ne zaman açılacakmış bu mağaza?'

    -yarın sabah. ama erkenden gitmek lazım. kesin kuyruk olur. ben sabah 5'de orda olmayı düşünüyorum.

    -uykundan olmaya değer mi hayri? çocuklaşma. ben de öğlene kadar uğrayayım bari, derken 'erken yatar 3'de sıranın başında dururum' diye düşündü. 'hadi görüşürüz ben servise yetişeyim'

    akşam dokuzda yatağa yattı metin. ama uyku tutmuyordu. mağazanın önünde erkenden nasıl mevzileneceğini, o saatte havanın soğuk olmasına karşı kalın kazak giymeyi, yanına sandviç ve kutu meyve suyu almayı kurdu defalarca. taksinin gece tarifesinde çok yazacağını biliyordu. ama aylin'in televizyonu görünce ne kadar mutlu olacağını, dolayısıyla kendisinin ne kadar mutlu olacağını düşündüğünde bu taksi parası çok küçük bir ayrıntı oluyordu. bu düşüncelerle saatler geçti, çalar saatin alarmı gece ikide çalmadan ayağa kalktı. hazırlıklarını tamamlayıp duraktan taksi çağırdı ve mağazaya doğru yola çıktı.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    mağazaya daha birkaç kilometre varken yol kenarına parketmiş yüzlerce arabayı farketti. sorusunu sormadan şoför konuşmaya başladı: 'abi görüyor musun olayı? adamlar iki parça mal için akşamdan sıraya girmişler. bak ilerideki kuyruğu görüyor musun? ben seni burada bırakayım. geri dönemem oralardan.' metin hatasının farkına varınca alnından soğuk terler boşandı, parayı verip indi taksiden. 'akşamdan kalmışlar ha! ulan aklıma gelmişti be. bin kişi var neredeyse. neyse artık. sabah ola hayrola' dedi ve sıranın sonuna yerleşti. insanlar termoslarını, yemeklerini yanlarında getirmişler, sıradaki diğerleriyle muhabbet ediyorlardı. sıranın bayağı bir ilerisinde hayri'yi gördü. 'demek beşte gelecektin hayri! herkes bir dümen peşinde'. kazağını altına serip oturdu. sıraya habire yeni insan ekleniyordu. ön taraflarda birkaç bağırış çağırış duydu: 'hemşerim nereye?', 'akşamdan beri buradayız' 'yok o arkadaş kenefe gitmişti' ve ardından yine mırıldanlamalar. zaman ilerledi. sabah ezanı okundu. sonra gün ağarmaya başladı. mağaza içerisinde hareketlenmeler olduğu kulaktan kulağa yayıldı: 'açıyorlar', 'yok daha bir saat varmış', 'kameraların reyonu nerde biliyor musunuz?' 'yok bilmiyorum'. herkes birbirini rakip olarak görüyor ve hiçbir bilgi vermiyordu. sonunda kapılar açıldı ve tam o esnada on-onbeş kişi sırayı bozup kapıya doğru çullandı. 'ah'lar 'vah'lar arasında bir kargaşa oluştu. metin bu durumdan istifade edip kalabalığı yaramazsa aylin'i kaybedeceğini, mutlu yuva hayallerinin suya düşeceğini, evinin içerisinde 37 ekran tüplüsüne bakarak haber bülteni seyrederken yaşlanacağını düşledi. 'bir televizyon alamamış inek!' diyeceklerdi tanıdıkları. 'e kız da ne yapsın, terketti, bu televizyonla ev mi olur dostlar?' hem de tüplü, eski model!'. bu hayallerle atağa kalkan metin sıradan koptu ve kalabalığa karıştı. hemen ardından sırtında, kalçalarında, bacaklarında diğer insanları hissetti. kollar, bacaklar, kafalar, hangisi hangi vücuda ait belli değildi. nefes alamıyordu, mecburen o da ön tarafı ittirmeye başladı. o sırada kuyruktan ayrılmayıp bekleyenlerin de sabrı taştı ve kapıyı zorlayan kalabalığa tekme tokat girmeye başladılar. metin'in arkasındakiler sapır sapır dökülüyordu. yavaş yavaş sıra ona geliyordu. birkaç dakika sonra kafasının arkasına bir yumruk indi. ardından çenesine, gözüne... yere düşer gibi oldu, ama hala içeriye girmeye çalışıyordu. gömleği parçalandı, yüzü gözü yara bere içindeydi ama ayakta kalmayı başardı. perişan halde kendini mağazadan içeri attı. tek gözü kapandığı için ne nerede tam olarak göremiyordu. alışveriş arabalarının içinde yığılmış malları farketti; kameralar, televizyonlar, ikişer üçer gidiyordu. sonunda televizyon bölümüne ulaşabildi. teşhirde kokulu ve tercümanlı modeli gördü. bir görevlinin yakasına yapıştı. halinin fenalığından olsa gerek görevli adam tiksinircesine baktı ona. 'bu modelden istiyorum. hemen bana bir tane verin!' diye neredeyse ağlayarak yalvardı. 'maalesef efendim hepsi tükendi' yanıtını aldı. 'bunu verin o zaman' dedi ağzını gömleğinin yırtık kenarı ile temizleyerek. 'duvarda asılı olanı verin bari!'. 'üzgünüm efendim o da satıldı, şu kenardaki beyefendi parasını ödedi; akşam teslim edeceğiz'. metin kafasını çevirip görevlinin gösterdiği yere baktı: hayri yere uzanmış parçalanan gözlüğünü birleştirmeye çalışıyordu. her tarafı kan ter içindeydi. o da metin'den yana bakıyordu ama miyop gözleri kime baktığını göremiyordu.

    metin yara bereleri ve de en önemlisi kapanmış olan sağ gözü yüzünden bir hafta iş göremez raporu aldı ve evinde dinlendi. bu esnada aylin'i defalarca aradı ama yanıt alamadı. bir akşam cep telefonuna gelen mesajı okuyunca kahroldu: 'yarin aksam cafeye gel yuzugunu al'. ayrılık ihtimali aklından geçiyordu ama acısı ancak şimdi oturmuştu midesine. 'hayır olmaz' dedi kendi kendine. 'ne yapıp edip o televizyonu alacağım'

    ertesi gün akşam olmadan herşeyi halletmişti: krediyi almış, dört sene taksite girmiş, koku kimyasalı ve ingilizce, almanca ve fransızca tercüme için iki aylık fırsat paketini de almıştı. hatta hediye olarak bir haftalık hindu tercümesi de vermişlerdi. hızlı teslimatla öğleden sonra televizyon, titreşim rayları ile birlikte duvara monte edilmiş, beş artı bir koku sistemi bir ay yetecek kimyasalla dolu bir halde kurulmuştu. aylin'i eve getirmeden televizyonu denemek için kanallarda gezerken ardarda talihsiz programlara rastgeldi: bir hint kanalında yemek tarifi-zapladı, aksiyon filminde cesedi görüp kusan kadın-zapladı, sonunda belgesel kanalında kokarcalar-televizyonu kapadı. 'anlaşılan bu televizyonu düşük kokuda seyretmek lazım' diye geçirdi içinden.

    aylin'i kafede yüzükle oynarken gördü. 'kalk hadi bize gidelim bir sürprizim var' dedi. aylin: 'askım yoksa: inanmıyoraam' diye karşılık verdi. keşke türk dil kurumu paketi alsaydım herşeyden önce' diye düşündü metin. eve gittiler. aylin mutluydu. 'askım ban yokken içip içip kustun evde di mi? kötü kokuyor camı açsana.'

    metin gülümsedi. mutluydu.

    bundan sonraki günler metin için çok daha zor geçmeye başladı. son taksitlerle beraber önceden öngördüğü gibi yemek yemeye parası kalmamıştı. akşamları mesaiye kalmaya başladı. bu sayede hem akşam yemeğini bedavaya getiriyor hem de nadiren de olsa aylin'i dışarıda ucuz bir yere yemeğe zütürebiliyordu. aylin tüm gün evde televizyon karşısında oturup sözde yabanci dil öğreniyordu. sabahları metin'e telefon açıp garip garip laflar ediyordu: bak bu 'hinduca'da seni seviyorum demek, bak bu norveççede seni seviyorum demek diyordu. metin aylin'in abuk sabuk dillerin sadece seni seviyorum tercümelerini öğrenmesi için her ay ekstra para ödüyordu. evlilik planlarını en azından bir sene ertelemek zorundaydı. zam döneminde beklediği gibi artış alırsa düğün davet işlerinin de altından kalkabilirdi.

    hafta içi her akşam en erken 10'da işten çıkmak zorunda kalan metin büyük bir fiziksel çöküş içindeydi. ama eve geldiğinde aylin'in gülümseyen yüzünü görünce yorgunluğunu unutuyordu. bitkin halde yatağa uzandığında konuşmanın haricinde aylin'le herhangi bir şekilde ilgilenemiyordu. hafta sonlarını ise haftanın yorgunluğunu atmak için saatlerce uyuyarak geçiriyordu. diğer bir sorun da tüm gün boyunca kokusu açık şekilde seyredilen televizyonun evde oluşturduğu karmaşık havaydı. yatmadan önce evi iyice havalandırmaları gerekiyordu.

    metin bu yoğun tempo ile çalışmaya devam ederken bir akşamüstü mesai arkadaşları onu makaraya sarıyorlardı: 'oğlum bu kadar paragöz olma, kefenin cebi yok' diyorlardı. hayri: 'milli maçı da seyretmeyip mesaiye kalanı ilk defa görüyorum' dedi. bunu duyan metin 'mill maçın farkında bile değildim' dedi. 'iki tane bira alıp keyif yapayım kendime, haklısın.'
    Tümünü Göster
    ···
  8. 8.
    0
    marketten kutu biralarını, cipsini alıp eve yürürken 'kendimi bu kadar tüketmeme gerek yok' diye düşündü. 'günler torbaya girmedi ya? hem çok sıkışırsam haftasonu telafi ederim'. anahtarı çevirip kapıyı açtı. içeride kesif bir ter kokusu vardı. 'kesin spor kanalı açık kalmıştır. atletizm, güreş ne ararsan var tabi' dedi kendi kendine. antreden geçip salona girdiğinde kalakaldı. aylin üzerinde şeffaf geceliği ile genç bir adamın kucağında oturuyordu.

    -'noluyor burada' derken kekelediğini hissetti.

    aylin hemen kenara kaçıp kıpkırmızı suratıyla geveledi:

    -aaaa askım san mi galdin? bak bu dayımın oğlu nihat, hayırlı olsuna gelmiş.

    -hakan değil miydi onun adı? dedi metin, suratı kıpkırmızıydı.

    -hakan göbek adım enişte deyiverdi adam, yüzü gözü ter içindeydi, kekeliyordu o da. 'aylincim kurumuşsa benim üstümü verebilir misin? çamur sıçradı üstüme başıma enişte. çıplaklığını kanepenin örtüsüyle kapatmaya çalışıyordu. 'hh-hayırlı olsun elsidi çok güzelmiş'...

    -elsidi.. değil mi? güzel değil mi? diyebildi metin kısık sesiyle. alnındaki terler gözüne akıyordu. biraz bekledi, televizyona bakıyordu. yüzünü çevirmeden: 'çıkın dışarı' dedi. apar topar koşturdu ikisi de. odadaki sesleri dinledi, adam donunu giyiyor olmalıydı, sonra kot pantolonun kalın hışırtısı, fermuar sesi, kemer şıkırtısı... 'kundurası da odadaymış' diye geçirdi içinden metin. kapıya doğru bir çift ayakkabı tıkırtısı, eşikten sonra iki çift ayakkabı tıkırtısı; biri yüksek topuklu...

    metin televizyonu kapattı, karşısına geçti. 'elsidi' dedi 'elsidi, eyçdi'. poşetten bira şişesini çıkardı. televizyonun tam ortasına vurdu, vurdu... sesini yükseltti: 'elsidi, eyçdi, elsidiii!!!' diyerek kırık şişe ile ekranı paramparça etti. komşular metin'in bağırışına geldiler, açık kapıdan içeri korkuyla girdiler. elindeki şişeyi alıp yatağa yatırdılar. 'noldu yavrum nen var?' dedi karşı komşu fikri bey. metin sabit gözlerle tavana bakıyordu, ağzını hafif araladı: 'elsi, eyçdielsi' diyebildi...

    metin ertesi gün işe gitmedi, gidemedi. komşular kapısını çaldılar. kimse açmadı. merak edip polisle geldiler, kapıyı kırdırdılar. eşyalar yerli yerinde duruyordu. metin'den eser yoktu.

    • **

    aylar sonra bir akşam metin'in evinden uzaklarda bir kahvehanede kahveci hasan çaydanlığı kaldırmadan döküyordu kaynar suyu sıra sıra dizilmiş bardaklara. işi bitince bağırdı: 'lesi! oğlum! çaylar!'. köşede sandalyede oturan lesi fırladı ayağa. kış günü üstünde bir gömlek, altında bir kot pantolon, sağa sola yalpalıyordu. alt dudağı kaymış, sol gözü yarı açık... 'sfşaylar, elsidi' dedi. sağ eliyle tepsiyi masaya dayadı. yine sağ eliyle çayları dağıttı. işini bitirince tepsiyi geri zütürüp köşesine döndü. hacı mehmet, hasan'a sordu: 'kim yahu bu meczup? nerden peydah oldu?'. 'bilmem ki hacım. bir gün dikildi kapıya, bizim şu eski püskü televizyona baktı da baktı. buyur ettim içeri. habire 'lesi lesi' deyip durdu. şu filmde köpek vardı ya zamanında, onun gibi, lesi. sonra dedim çay taşır mısın? yardım eder misin? 'olur lesi' dedi. gariban zararsız, taşkınlık yapmaz. sabah ekmek çay veriyorum öğlen de ben ne yiyorsam aynından yiyor'

    hacı 'lesi' ye yaklaştı, 'oğlum adın ne senin?' dedi. 'elfsidi, eşdi, fuleşdi' diye mırıldandı lesi. çok kısık sesle konuştuğu için ne dediği bir türlü anlaşılmıyordu. hacı mehmet, hasan'a heyecanla seslendi: 'ne lesi'si be hasan? bu güzel kardeşimiz dua okuyor habire!' lesi'ye döndü: 'aferim evladım, üç kuluvallah bir elham, devam et böyle'...
    Tümünü Göster
    ···