1. 1.
    0
    buraya bir öykü yazmaya başladım. bakalım nereye varacak. deneysel olarak gidiyoruz... çok seyrek güncellenecek ve sıkılmadığım sürece uzun sürecek. beklentiye girmeyin çünkü büyük ihtimalle ilginizi çekecek bir şey değil. okumanın ne olduğunu bilen 3-5 kişi gelsin de, fikir beyan etsin, ben de kendimi geliştireyim diye yazıyorum.

    öykünün adını da anlamaya uğraşmayın.
    ···
  1. 2.
    0
    *** 1 - teşrifat ***

    neydi o ihtiyarın söylediği şey?

    Saint Germain des Prés'de cebimde kalan son nakidi ezmiş, boş boş yürüyordum. belki bir kıvılcım, bir fikir seli gelir ya da bir ilham halesi yanar da, son parti için yolumu bulurum diye öylesine bir ümide kapılmıştım ki, gözüme demirlemekte olan öğleden sonraya ait burçak rengi ışınlar bile dikkatimi çelememişti.

    o bedbahtlığın girdabında savrulurken çarptım ihtiyara. onbeş asırlık bulvarın hâkî renkli köşe taşını öpmem de bir oldu. düşerken anbean görüyor gibiydim neredeyse. ne diyordu? "bonarum. litterarum. studiis... "

    birden ses kesildi, perdahlı kayanın üzerinde şaplamamla. sanki cicero hamamda yere kapaklanmış da, kölesi dehşetin azabına düşmüş gibi, kel ihtiyar da öyle pörtlemiş gözlerle baktı bana.

    - "oh! mio dio! va tutto bene?"

    kırık dökük bir cevap verdim, uzandığım yerden. gölge etmeseydi yeterdi zaten.

    + "non posso parlare italiano."

    - "Un peu de français, peut-être?"

    suratına boş boş baktım. gezip tozduğum aylar boyunca belki de en nefret ettiğim şey, bu civarlarda dolanan ve aksanını, gökleri süpüren burunlarını cilalamak için kullanan yerli ahaliydi.

    en sonunda da gayet ağdalı ve çalışıldığı her halinden belli olan londra aksanı ile ingilizce sorusunu yineledi.

    + "iyiyim. bana birşey olmadı. siz iyisiniz ya?"
    ···
  2. 3.
    0
    dürüst olmak gerekirse iyi falan olduğum yoktu. fakat pörsümüş bir dekan artığına benzeyen bu ukala tavırlı ihtiyara dişli tarafımı da göstermeyecektim. üstümü başımı inceledim. buradaki ihtiyarların "işte bir yankee daha!" demesine sebep verecek ve onaylamaz bakışlarını mıknatıslayan blue jeanimin üzerindeki pek dekoratif yırtıklara bir yenisi daha eklenmişti ve dizimden iki damla kanın yaydığı kırmızı ıslak bir leke, pantalonun suyla yaptığı en son buluşmaya yeni bir vurgu eklemiş oldu. bir an kendi kendime düşündüm; "acaba führer'den bu yana paris'e kaçıncı kez bir amerikalı'nın kanı değiyordu?"

    yine o daktilodan dökülmüş ustura aksanı ile "kimbilir?" dedi ihtiyar. "fakat günün bu vaktinde buralar, eşine az rastlanır cinsten bir odaklanma gerektirir genç adam."

    tüm bönlüğümle boş boş yüzüne baktım. dikkatımı keskin bir pençe ile koparmayı ve kendi benliğine perçinlemeyi başarmıştı. öte yandan, kendisine karşı duyduğum ilgi, söylediklerine veremediğim anlamlarla birlikte zihnimi tamamen boşa almıştı. o'nun karşısında, akvaryumdaki bir balıktan farksız olduğumu hissettim.

    "kafanızın karıştığını görüyorum, yeni dünyanın genç gezgini. lütfen şaşkınlığınızı bir yürüyüş ve ardından da iyi yıllanmış bir toskana şarabı eşliğinde gidermeme izin verin. zira kader, rastlantıların kılığına bürünüp, tedbile soyunduğunda, bizlere, tesadüfe set çekecek raddede bir cesaret lazım gelir."
    ···