/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +133 -20
    15 YIL HÜKÜM SÜRECEKSıN...

    Atatürk hakkında yapılmış birçok kehanet vardır. Bunların en ilginci onun el falına bakan bedevinin söyledikleridir.
    Mustafa Kemal arkadaşları ile Bingazi´ye, Trablusgarp savaşına katılmaya gidiyordu. Yolda bie bedevi´ye rastladılar. Bedevi el falına çok iyi baktığını ve genç subaylara da isterlerse bakabileceğini söyledi. Hepsi ellerini açarak bedevinin söylediklerini dinlemeye başladı. Sıra Mustafa Kemal´e gelince, o önce baktırmak istemedi ama arkadaşlarının ısrarı karşısında, sonunda o da elini bedevi´ye açtı. Bedevi ele bakar bakmaz yerinden sıçradı ve heyecan içinde ;
    "Sen padişah olacaksın" dedi ve ilave etti "15 yıl hüküm süreceksin."
    Genç subaylar gülüştüler ve yollarına devam ettiler.
    Aradan yıllar geçti, Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti´nin Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyetin 14.yılında hastalandı. Karaciğeri kötüye gittiğinde çevresindekiler ona "Artık içme Paşam" dediler.
    Atatürk onlara birzamanlar yolda rastladıkları falcı bedevi´yi hatırlattı ve gülerek ;
    "Arap vaktiyle söylemişti, Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecek... Hesapça bu son senemizdir... "
    Yıl 1938 ´di...

    devamı gelir ilginç olayları okuyup sizlere aktaracağım,

    edit: sevmeyenler saygı duyacak gibe gibe saygı duyacaksınız , ecdada fatih neyse mustafa kemalde odur, adam gibi saygı duyun

    (bkz: mustafa kemal atatürkün resim arşivi)
    ···
  2. 2.
    +13
    SECCADE ÜZERıNDEKı KEHANET

    Bilindiği gibi Hint halkı Atatürk´ü ve Türk halkını yanlız bırakmamıştı. Kurtuluş savaşından yıllar sonra ,1929 yılında Bir hintli Mihrace Atatürk´ü Pera Palas´taki 101 No´lu odasında ziyarete gelmişti. Mihrace´nin Atatürk´ü hangi nedenle ziyaret ettiği ve adı ve ziyaret sebebi hala bilinmiyor. Mihrace´nin ziyaretindeki bir sır da getirdiği hediyede yatmaktadır.Bu hediye altın sırmalı, hint işi ipek bir seccadedir.

    Seccadenin üzerinde bir şamdanın asılı olduğu düz bir kemeri,her iki yanında birer güvercin bulunan beş kubbeli bir diğer kemerin çevrelediği görülmektedir. Bordür de fillerden oluşmaktadır.

    En ilginç yer ise her iki kemerin arasında orta kısımda dal kıvrımları ve güllerin çevrimi ile oluşan boşlukta romen rakkamlı bir saatin bulunmasıdır ve saat ; 09.08´ i göstermektedir. Atatürk Mihracenin ziyaretinden 9 sene sonra saat 09.05 ´te vefat etmişti.

    Seccade halen Pera Palas´ ta bulunmaktadır.

    ATATÜRK´ÜN GELECEĞı GÖRDÜĞÜ OLAYLAR :

    Atatürk 1931 yılında,2.Dünya savaşı´nın patlamasının yakın olduğunu söylemiş ve bu konudaki düşüncelerini General McArthur´a şöyle anlatmıştı.
    "Versay antlaşması,1.dünya savaşı´na yol açan nedenlerden hiçbirini ortadan kaldırmadı. Tersine rakipler arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirdi.Şimdi içinde yaşadığımız barış dönemi, sadece bir ateşkesten ibarettir. Avrupa´nın geleceği Almanya´nın alacağı tavra bağlıdır."
    General McArthur´a göre, savaşın 1940-1945 yılları arasında çıkacağını söyleyen Atatürk, Almanya´nın ancak Amerika´nın savaşa katılması ile yenileceğini ifade etmiştir.
    Atatürk hayatının sonlarına doğruda şöyle diyordu ;
    "Bir dünya savaşı yakındır.Bu savaş sonucunda, dünyanın durumu ve dengesi baştanbaşa değişecektir."
    ATATÜRK, Mussolini hakkında da şu görüşlerini açıklamıştı ;
    Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir.Her tarafa saldırıyor.Bu adam yüzünden, çok şımarmış olan bu millete dersini vermeyi çok isterdim.,lakin yakında bir küçük millet onlara layık olduğu dersi verecektir.Ve şunuda hatırlatırım ki,bir gün gelecek, Mussolini´yi kendi milleti linç edecektir."
    Bu görüşleri aynen gerçekleşmiştir.

    ATATÜRK´ÜN RÜYASI :

    Atatürk´ün bir rüyasını da Dr.Reşit Galip Bey´den öğrenmekteyiz,
    "Mustafa Kemal ,Ankara´ya geldikten bir süre sonra ilginç bir rüya görmüştü. Ertesi gün bana şöyle anlattı. ;
    "Reşit Bey, rüyamda bana ´Paşam ,ınönü´den ne haber?´diye sordunuz. Bende ´vaziyet kritiktir´ cevabı verdim.´Kritik nedir? Anlamadım ki!´dediniz. Bende ´Bunun cevabını 15 dakikaya kadar veririm´ diyerek odama çekildim."
    Mustafa Kemal bana bu rüyasını anlattığında düşman henüz ızmir´e çıkmamıştı, ınönü mevkii de henüz bir önem taşımıyordu. Aradan yıllar geçti 2.ınönü savaşı´nın kritik günlerinden biriydi. Mustafa Kemal´in arabası Millet Meclisinin önünde durdu. Hemen yanına koşarak, telaş ve endişe içinde, "Paşam ,ınönü´den ne haber?" diye sordum.
    Aynen şu cevabı verdi ;
    "vaziyet kritiktir"
    O zaman ben ;
    "Kritik nedir? Anlamadım ki!" dedim.
    O da ;
    "Sana bunun cevabını 15 dakikaya kadar veririm" dedikten sonra gülümsedi ve ;
    "Hani Ankara´ya geldikten sonra bir rüya görmüşdüm, hatırladın mı?"
    Hafızamı yoklayarak, rüyasını anlattım. Gülerek ;
    "işte, rüya ayniyle vakidir.Ben ısmet´i tanırım, göreceksin 15 dakikaya kadar kendisinden muzafferiyet haberi alacağız."
    Gerçekten de 5 dakika geçmeden bir telgraf gelmiş ve 2.ınönü savaşı´nın da zaferle sonuçlandığını öğrenmişlerdi...
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Atatürk 9.05 te vefat etmedi yalnız
      ···
  3. 3.
    +12
    ATATÜRK´ÜN 1907´DE ÇıZDıĞı T.C. HARıTASI :

    Atatürk, Kurtuluş savaşından çok önce, ittihatçıların Trakya´da 1907´de yaptıkları bir toplantı sırasında, bir Türkiye haritası çizmişti. Orada bulunanların anlattıklarına göre,o günkü Osmanlı devleti sınırlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve o zaman hiçbir anlam veremedikleri bu harita, gelecekte, yine Atatürk´ün kuracağı Türkiye Cumhuriyeti´nin haritası olacaktı. Haritada bugünkü sınırlarımıza uymayan tek bir fark vardı ;Atatürk, bizden ayrılmasına gönlünün bir türlü razı olmadığı Kerkük´ü de Türkiye topraklarına katmıştı.

    DENEME UÇUŞU :

    Uçakların ilk deneme ve gelişme dönemleriydi. Fransa´da yapılan bir uçak gösterisine katılan, birçok ulusun temsilcileri arasında, Osmanlı ateşesi olarak Mustafa Kemal´de katılmıştı. Gösteriyi izleyenler, sırasıyla uçağa bindirilerek gezdiriliyorlardı. Sıra Mustafa Kemal´e geldiğinde, gösteride bulunan ve genç ateşenin komutanı olan şahıs, birden bir rahatsızlık duyarak Mustafa Kemal´in uçağa binmesine engel oldu.Öteki temsilcilerle havalanan uçak kısa bir süre sonra düştü ve içindekilerden sağ kurtulan olmadı.

    ATATÜRK VE "9" VE "19" Rakkamları :

    Atatürk´ün hayatında "9" rakkdıbının kendine özgü önemli bir yeri olmuştur.Örneğin Atatürk´ün doğum yılı olan 1881 rakkamı, "9" rakkamı ile birçok ilşkiler göstermektedir.
    1+8=9
    8+1=9
    18=2x9
    81=9x9
    18+81=99
    19x99=1881
    Atatürk´ün harb okuluna girdiği tarih : 1899
    Vatanı kurtarmak için Samsun´a ayak bastı : 19/05/1919
    Bandırma vapurunda yolcu sayısı 19 ´dur.
    ıttihat ve Terakki´nin yıllık toplantısına Trablusgarp delegesi olarak katıldı : 22/09/1909
    Sivas kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini kurdu : 04/09/1919
    Erzurum Mebus adaylığını kabul etti : 19/10/1919
    TBMM tarafından kendisine gazi ünvanı verildi ve Mareşalliğe terfi ettirildi : 19/09/1921
    Atatürk 19.yüzyılda 19 yıl yaşamıştır.
    Atatürk 19.yüzyılın bitmesine 19 yıl kala doğmuştur.
    Atatürk´ün ilk askeri görevi, 19.Kolordu Komutanlığıdır.
    Mustafa Kemal Atatürk : 19 harften oluşmaktadır.
    Mustafa Kemal Atatürk´ün nüfus cüzdanının numarası da 993814-B idi.
    Bu sayı dizisindeki 938 rakkamı öldüğü yılı hatırlatmakta geriye kalan 9 ve 14 rakkamı da ölüm saatinin yakın bir benzeridir.
    "Ne mutlu Türküm diyene" =19
    "ıstikbal göklerdedir" =19

    ATATÜRK´ÜN ÖNSEZıLERı :

    "Bunlar bir gün olacaktır... Görürsünüz, işitisiniz... "
    Prof.Dr.Afet ınan "Atatürk hakkında hatıra ve belgeler" adlı kitabında ilginç bir hatırasını naklediyor. Atatürk 09 ocak 1936 Perşembe günü, dil ve tarih coğrafya fakültesi´nin açılış dersinde okuması için afet ınan´a :
    "tarih belgelerinin ilerideki keşifleri buna dayanacaktır.Her tarihi kişinin söylediği sözler toplanabilecek ve böylece biz onları kendi seslerinden ve sözlerinden dinleyebileceğiz." diyerek yazıyı verir.
    Buna karşılık Afet ınan :
    "Bu çok uzak bir gelecekte belki olabilecek keşfin benim ifadem olarak verilmesine cesaret edemiyeceğimi" kendisine söylediğim zaman canı sıkıldı ve şöyle dedi :
    "Bunlar bir gün olacaktır... Görürsünüz, işitirsiniz... "
    30 yıl sonra :
    Atatürk tarafından bu yazının verilmesinden 30 yıl sonra yine aynı ay ve günlere tesadüf eden,01 ocak 1966´ da şöyle bir haber yayımlandı :
    "Venedik´in Saint Georges Adası´ndaki Benedictis Manastırı Labratuvarları´nda, manastır rahiplerinden Pellegrio´ nun yönetiminde, seslerin ayırımı esasına dayanan çok dikkate değer araştırmalar yapılmaktadır. ıtalya ıçişleri Bakanlığı,1962 ´de başlayan bu çalışmaları kontrol etmektedir. Fakat elde edilen sonuçlar halen açıklanmamıştır. Saint Georges Adası´ndaki bilim kurulunun geçmişe ait sesleri toplayacak, elektronik araçlar üretmeye çalışmakjtadırlar. Bilim adamları özellikle Demosten, Pitagor ve Jul Sezar´ın söylevlerinden kendi sesleri ile parçalar elde etmeye uğraşmaktadırlar."
    Haberin sonunda ise daha açıklayıcı bilgilerin şu anda verilemeyeceğinden bahsediliyordu.

    ATATÜRK´ÜN GÖRDÜĞÜ SON RÜYA :

    26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof.Dr.Afet ınan, olayı şöyle anlatıyor :
    "O geceyi rahatsız geçirdi,ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında" :
    "Demek ölüm böyle olacak" diyerek "uzun bir rüya gördüğünü" söyledi ve "Salih´e söyle ,ikimizde bir kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi.
    Atatürk´ün, burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisininde söylediği gibi ölümün habercisiydi.
    Salih Bozol´un kuyudan kurtulması ise bilindiği gibi, Atatürk´ün vefat ettiği gün ,buna çok üzülen Salih Bozok´un da intihar etmesi ve sonunda onun kurtarılmasını simgeliyordu.
    ışte bu ATATÜRK´ün son rüyası idi...
    Tümünü Göster
    ···
  4. 4.
    +10
    Bir gün mecliste, Halk Partisi tüzüğü konuşulduğu zaman, Konya milletvekili Naim Hazım kürsüde ağır eleştirilerde bulunuyordu. Eleştiriler hiç de hoşa gidecek şeyler değildi. Hoca bir aralık:

    -“Bu ‘asri’ kelimesi ne demektir?” deyince, Gazi, başkanlık makamında oturduğunu unutarak, yukarıdan konuşmacıya doğru eğilerek:

    “Adam olmak demektir, hocam adam olmak... ” der

    —————–

    Ata­türk, yurt ge­zi­le­rin­den bi­rin­de, tar­la­sın­da çift sü­ren bir çift­çi ile kar­şı­la­şır.

    – Ko­lay ge­le, be­re­ket­li ola Ağa…
    – Al­lah ra­zı ol­sun Bey…
    – Hay­ro­la Ağa, ökü­zün te­ki­ne ne ol­du?
    – Dev­le­te ver­gi bor­cu­muz var­dı bey, ic­ra ka­pı­mı­zı ça­lın­ca ça­re­siz kal­dık, ko­ca ökü­zü sa­tıp bor­cumu­zu öde­dik.
    – Sağ­lık ol­sun ağa…di­ye­rek, ko­nuş­ma­sı­nı kı­sa ke­ser.
    Çift­çi­nin adı­nın Ha­lil Ağa ol­du­ğu­nu öğ­re­nen Ata­türk; Sa­lih Bo­zo­k’­u ya­nı­na ça­ğı­rır;
    – Sa­lih, ya­rın sa­bah git Ha­lil Ağa­’yı bul, ba­na ge­tir. Be­nim kim ol­du­ğu­mu so­rar­sa, bi­zim bey se­ni bir kah­ve iç­me­ye ça­ğı­rı­yor de…
    Er­te­si gün; Sa­lih Bo­zok, Ha­lil Ağa­’yı bu­lur ve Ata­tür­k’­ün ya­nı­na ge­ti­rir. Ata­türk Ha­lil Ağa­’ya dö­ne­rek; “Ha­lil Ağa, an­lat şu ver­gi işi­ni bir da­ha­” der. Ha­lil Ağa, tek­rar an­la­tır. Ata­türk kaş­la­rı­nı ça­ta­rak is­met Pa­şa ve Şük­rü Ka­ya­’ya dö­ne­rek;
    – Ar­ka­daş­lar, biz is­tik­lal Sa­va­şı­’nı Ha­lil Ağa’­nın ökü­zü­nü ic­ra yo­luy­la sa­ta­lım di­ye yap­ma­dık. Va­tan­da­şı böy­le mi ko­ru­ya­ca­ğız? Ge­re­kir­se ver­gi bor­cu er­te­le­ne­bi­lir. Köy­lü­nün çift sür­dü­ğü ökü­zü elin­den alın­maz.
    Bu ko­nuş­ma üze­ri­ne, ola­yı fark eden Ha­lil Ağa Ata­tür­k’­e dö­ne­rek;
    – Sen Ata­türk Pa­şa­’m­sın ga­li­ba, ne olur be­ni ba­ğış­la ku­sur et­tim di­ye yal­va­ra­cak olur. Atatürk, bir yan­dan te­bes­süm eder bir yan­dan da Ha­lil Ağa’­nın sır­tı­nı ok­şa­ya­rak;
    – Sa­na gü­le gü­le Ha­lil Ağa, sen bi­zim gö­zü­mü­zü aç­tın… der ve Ha­lil Ağa­’yı ayak­ta uğur­lar. No­el­le RO­GER, Olay­lar ve Ata­türk, s.41-42
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    +13
    “Onun serveti kendinin değildi!… Milletinindi. Bunu önce Nutuk’da belirtmiş, daha sonra da gereken hukuki altyapıyı hazırlayarak, nesi var nesi yoksa Hazine’ye bağışlamıştı.
    Kendilerine çıkar sağlamak için özel yasalar çıkarttıran devlet adamlarına dünyanın her yerinde rastlanmıştır, bundan sonra da rastlanacaktır. Fakat nesi var nesi yok, tüm mal varlığını ulusuna, yani hazineye bağışlamak için özel yasa çıkarttıran bir devlet addıbına, ne Atatürk’ten önce ne de sonra bir daha rastlanmamıştır…” Orhan Çekiç. 1938 Son Yıl. Kaynak Yayınları

    —————-

    “Yüz yılda bir, bir dâhi gelir; küçük Asya’dan çıkacağını ben nereden bilebilirdim?”
    1922 Eylül’ünde Çanakkale’de ingiliz kuvvetlerine ültimatom vererek kenara çekilin geçeceğiz diyen Kemal’in askerlerine karşı verdiği saldırı emrini kimse dinlemeyince 12 Ekim 1922 de istifa etmek zorunda kalan Türk düşmanı – Yunan dostu ingiltere eski Başbakanı Lloyd George.

    ——————-

    Atatürk Cumhurbaşkanlığı sırasında hiç yurtdışına çıkmamıştır, birçok lider Türkiye’ye onunla görüşmeye gelmiştir,

    ——————–

    Sakarya Savaşı çok kritik gidiyor. Her an kaybedebiliriz.. Savaş yitirilirse Ankara düşer. Meclis, bu ihtimali dikkate alıp, gerektiğinde hemen daha içerilere çekilme kararı vermiş.. Ankara, taşınma telaşı içinde. Öte yandan Mustafa Kemal’in derhal Sakarya’ya hareket ve orduya bizzat kumanda etmesi de uygun görülmüş. Mustafa Kemal o sıralar hem ev, hem makam olarak Ankara Garı içindeki küçük bir lojmanı kullanıyor. Ertesi sabah erkenden Sakarya’ya hareket edecek. Gece yarısı Özel Kalem Müdürünü yanına çağırıyor ve soruyor. “Kararname hazır mı? Hemen getir, Sakarya’ya gitmeden imzalayayım. Ne olur ne olmaz?” Mustafa Kemal’in o en karanlık günde unutmadığı, peşine düştüğü, savaşa gitmesine bir kaç saat kala “Hemen getir, imzalayalım” dediği kararnameyi tahmin etmeniz mümkün değil. Ama şimdi okuyunca Atatürk’ün neden bu kadar “Büyük” olduğunu, neden tüm dünya liderleri arasında bir benzerinin daha bulunmadığını bir kez daha anlayacaksınız.. “Ankara’da bir Etnografya Müzesi Kurulması ve Eski Ankara Evlerinin Korunması Hakkında Kararname..”

    Kendinden ve ordusundan o kadar emindi yani.

    Sakarya Savaşı’ndan sonra ..Atatürk’e şöyle sormuşlardı: “Sakarya cephesi bozulsaydı ve düşman Ankara’ya doğru ilerleseydi ne yapardınız?” Bu soruya Atatürk hiç bir tereddüt göstermeden anında şu cevabı vermişti:

    -“Güle güle beyler der, onları Anadolu’nun ortasında yok ederdim ... ”

    “işte o zaman işimiz zor olabilirdi” ya da “bunu düşünmek bile istemiyorum” gibi bir cevap vermemiştir. Cevabı kendinden emin ve sonu sanki baştan bilen bir kararlılıkta olmuştur.

    Bu iki anekdot gösteriyor ki Atatürk, Sakarya Savaşı’nda düşmanı mağlup edeceğini kesin olarak biliyordu. Bundan en küçük bir endişesi bile yoktu.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +16
    Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre, 10 bin civarında kitap okumuş. Atatürk tarafından kenarlarına notlar, eleştiriler, açıklamalar konarak okunan kitapların dökümü şöyle: 1233 tarih, coğrafya ve biyografi, 121 felsefe, 161 din, 387 dilbilim, 261 askerlik, 204 siyasal bilimler, 150 hukuk. Bitmedi. Yurt içinde yaptığı tüm gezilerde, okuyacağı kitaplardan birkaç sandık yanına alıp zütürürdü. Bu kitapların aralarında Doğu ve Batı filozoflarının eserleri de vardı. Cumhuriyet, 9 Aralık 2004.

    ——————

    Takvimler 1923… Adres Kordon. Naim Palas. Cumbada oturuyor Sarışın Kurt. Sevmez fazla yemeği. Leblebi var önünde. Garson titriyor, çünkü çocuk Rum. Sesleniyor Gazi, şefkatli… “Vre Dimitri” diyor: “Gel bakayım.” Çocuk “Buyur Pasam” diyor şlere dili dönmeyen kırık dökük türkçesiyle “sizin kosti ” diyor işgal sırasında kasıla kasıla izmire gelen Yunan Kralı Konstantini kastederek “geldi mi buraya” geldi pasam –oturdu mu bu masaya oturdu pasam –güneş batarken rakı içti mi içmedi pasam –e o zaman sormadın mı be çocuk ne halt etmeye almış izmiri?

    ————————

    Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş: –Bu köşk kimin? -Kirkor’un… –Ya şu koca bina? -Yorgo’nun… –Ya şu? -Salomon’un… Atatürk biraz sinirlenerek sormuş: –Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur: -Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam…

    Atatürk’e göre hayatında cevap veremediği tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur.
    ···
  7. 7.
    +10
    Atatürk‘ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, “1981 Atatürk Yılı” olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. Oy birliği ile alınan 27 Kasım 1978 Tarihli UNESCO Genel Kurulu kararında aynen şunlar yazıyordu: “UNESCO Genel Konferansı; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yıldönümü’nde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır. Atatürk kimdir; Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”

    —————-

    Atatürk dünyada “başöğretmen” sıfatlı tek liderdir.

    —————–

    “1923 yılı sonlarında istanbul Üniversitesi’nde öğrenci olduğum sıralar, okul duvarında bir ilan gördüm: “Avrupa’ya talebe yollanacaktır.” Allah Allah dedim, ülke yıkık dökük. Her yer virane… Bu durumda Avrupa’ya talebe göndermek lüks gibi gelen bir şey. Ama şansımı bir denemek istedim… 150 kişi içinden 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye yazmış… Vakit geldi. Sirkeci Garı’ndayım ama kafam çok karışık. Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı? Tam gitmeyeceğime karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta müvezzii (dağıtıcısı) ismimi çağırdı: “Mahmut Sadi, Mahmut Sadi…” “Benim” dedim. “Telgrafın var.” Telgrafı açtım, aynen şunlar yazıyordu: “Sizleri (yurtdışında okumaya) bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz. Mustafa Kemal.” Bunu okuyunca düşündüklerimden utandım… “Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme” dedim. Düşünün, 1923 yılında o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerede, ne zaman neler hissettiğini sezebilen ve ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi? Çok başarılı oldum. Kıvılcım olarak gittim, ülkeme alev olarak döndüm. istanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü’nü kurdum, Kürsü Başkanı oldum. Daha sonra ülkemin Başbakanlığını yaptım. Ben kim miyim? Ben sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamıyım!” Ordinaryüs Prof. Sadi Irmak. Çalışma Eski Bakanı ve Eski Başbakan.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 8.
    +9
    Bütün hazırlıklar tamamlanmak üzereydi. Kesin bir hücumla Türk topraklarından düşman temizlenecekti. Artık zamanı gelmişti… Yabancı elçiler, diplomatlar, kor diplomatik temsilciler 24 Ağustos gecesi verilecek olan kokteylde O’nu bulamayacaklardı. Çünkü gizlice hareket etmişti. 25-26 Ağustos gecesi Kocatepe’nin hemen güneyindeki, dere içindeki Başkomutanlık Karargahı’ndaydı. Ankara’dan ayrılmadan önce yakın bir arkadaşına şunları söylemiştir:

    – “Taaruz haberini alınca hesap ediniz…Onbeşinci gün izmir’deyiz…“ Şu an bu satırları yazarken bile yine tüylerim ürperiyor… Evet… Yine inanılacak gibi değil ama Taarruzdan 14 gün sonra izmir’e varılmıştır!…

    Atatürk’ün buna cevabı şu olur: “Bir gün yanılmışım.” (Bülent Pakman’ın notu: izmir’den gelen “Rumlar Türkleri kesiyor yetişin” haberi üzerine bir süvari birliği olağanüstü bir gayretle durup dinlenmeden izmir’e yönelmiş, normalden 1 gün önce izmir’e girmiştir. Esas ordu Mustafa Kemal’in tahmin ettiği günde izmir’e girmiştir).

    ———————–

    Osmanlı döneminde okullarda okutulan geometri kitaplarındaki terimler anlaşılmaz bir haldeydi. Üçgene müselles, alan için mesaha-i sathiye, dik açı yerine zaviye-i kaime, yükseklik yerine kaide irtifaı deniliyordu. 1936 yılının sonbaharında Atatürk, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman ve Agop Dilaçar’ı Beyoğlu’ndaki Haşet kitabevine gönderir ve Fransızca geometri kitapları aldırır. Kitaplar gelince uzmanlarla beraber gözden geçirmiş ve geometri kitabının ilk çalışmalarına başlamıştır. Kış ayları boyunca Dolmabahçe Sarayı’nda bu kitap üzerine çalışan Atatürk’ün hazırladığı kitap Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1937’de yayımlanmıştır. Atatürk kitabında Arapça ve Farsça kökenli bazı geometri terimlerine boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, dikey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, çokgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe gibi günümüzde hala kullanmayı sürdürdüğümüz Türkçe karşılıklar bulmuştur.

    44 sayfalık bu eserin hiç bir baskısında Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi yer almaz. Devlet Basımevi tarafından 1937 yılında istanbul’da yapılan ilk baskısının dış kapağında; “Geometri öğrenenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neşredilmiştir” ifadesi yer almaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +9
    Atatürk yemek yerken ingiliz astsubayın kendisini izlediğini farketmiş. Önceleri umursamayıp yemeğine devam etse de uzun süre devam eden nefret dolu bakışlar Atatürk’ü rahatsız etmiş. Yaverine bakışların sebebini öğrenmesini buyurmuş. Yaveri Ata’ya: “Çanakkale’ de babasını öldürmüşsünüz Atam!” demiş. Atatürk’ ün verdiği cevap ise şu olmuş:

    “Git sor kendisine; babasının Çanakkale’de ne işi varmış“

    ———————-

    Kurtuluş sonrası ingiliz Donanması’nın izmir Limanı’nda kalmayı sürdürmesi Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı çok tedirgin etmekteydi. ingiliz Donanma Komutanı ziyaretine gelir. Gazi konukseverlik gösterir. Amiral, kendi yurttaşları ile azınlıkların durumlarını sorar. Gazi; suç işlemeyenlerin izmir’de kendisi kadar güvende olacaklarını, suç işleyenlerin yargının önüne çıkacaklarını söyleyince konuşma gerginleşir.

    Donanma komutanı der ki:
    – Fakat Paşa Hazretleri, olağanüstü günler geçirdik. Yunan Ordusu’ndan yüreklenen alan bazı Rum ve Ermeniler şımarıklık yapmış olabilir. Bunlar, olağanüstü günlerin olaylarıdır. Hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın düşmanlığına bırakılacak olursa, bütün dünya size karşı ayağa kalkar!

    Son tümceye kadar gülümsemekte olan Mustafa Kemal Paşa, amiral gözdağına kalkışınca sözünü bıçak gibi keser:
    – Şu “Efendi Devlet” rolünü bir yana bırakınız Amiral! Uluslara da gözdağı vermekten vazgeçiniz! ingiltere ve müttefiklerinin (bağlaşıklarının) ayağa kalkıp kalkmayacağını düşünmem! Bunlar ülkemin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına izin vermem!

    Amiralin yüzü kül gibi olur:
    – ingiltere Hükümeti’nin uyrukdaşlarını her yerde koruma hakkı, devletler hukukunun güvencesi altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını yalnızca rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz…

    işte o zaman Mustafa Kemal Paşanın tepesi iyice atar:
    – Arkaladığınız Yunan Ordusu’nun denizde yüzen leşlerini sanırım görmüş olmalısınız! Türk Ordusu düzeni sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı boşaltacak güçtedir de… Donanmanızın en kısa sürede limanı terk etmesini istiyorum!

    Amiral ne yapacağını şaşırır ve şöyle der:
    – ingiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?

    Paşa burada son sözünü söyler:
    – Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması’nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık… Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Bizim gözümüzde “barış antlaşması yapmamış” iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi hemen kara sularımızdan çekmeniz konusunda sizi uyarıyorum!

    Amiral kekeler:
    – Affedersiniz!

    Amiral odadan ayrılır.

    Görüşmeden sonra ingiliz Hükümeti, Türk Hükümeti’ne uyarı verir. Komutana söylenenlerin yazı ile gerçeklenmesini ister… istenen yapılır. Söylenenler yazılarak olduğu gibi gönderilir. Olay kentte de duyulur ve tedirginlik başlar. Ancak birkaç saat sonra ingiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere bindirip sessizce çekip giderler.

    Salih Bozok o anı şöyle anlatmaktadır:
    “Verilen zaman bittiğinde, büyük ingiliz donanmasının uzaklaşmasını izledik. O ise, bakmıyordu bile…” Hanri Benazus, Anılarla Atatürk’ün izmir’i. (Yaveri Salih Bozok’tan)
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    +8
    Bir röportajda “Milletler Cemiyeti’ne üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulur “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz“. diye cevap verir, Birleşmiş Milletlerin 2. Dünya Savaşından önceki kuruluşu olan Cemiyet-i Akvam yani Milletler Cemiyeti’nin daveti üzerine 6 Temmuz 1932 de Türkiye üye olur.

    —————————

    Gazi’nin kimlik kodlarının tümünün tecelli alanı bulduğu tarihî eser Nutuk’tur. Nutuk, bazı Atatürk düşmanı mecnunların iddia ettikleri gibi, ‘Atatürk’ün hatıratı’ değildir. Aynı anda tarihî, edebî, felsefî, siyasî bir eserdir. Hemen ekleyelim, edebî yönden baktığımızda, Nutuk, Osmanlıcanın en selis ve seçkin kullanıldığı ender eserler arsındadır. Kısa cümleleri birer edebî söylem gibi yerine oturmaktadır. Ama iş bu kadar değildir. En girift meselelerin ele alındığı en koyu Osmanlıca cümlelerin bazıları son derece uzundur. Bu uzun cümlelere, dikkatle ve eleştirel gözle baktım; hiçbirinde en küçük bir anlam kayması, en küçük bir içinden çıkılmazlık yoktur. Murat ve maksat, en kısa cümlelerdeki vecizlik ve selislikle ifade edilmiştir. Prof Yaşar Nuri Öztürk, Yurt Gazetesi 19.11.2012.

    ———————-

    1911’de italya’nın Trablusgarp’ı (Libya’yı) işgal etmesi üzerine, Mustafa Kemal, Enver Paşa, Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Ali Fethi (Okyar) gibi bazı gönüllüler, gizli yollarla Libya’ya giderek orada bölge halkını italyanlara karşı örgütleyerek “gerilla savaşı” vermişlerdir. O yıllarda italyanlara karşı savaşan aşiretlerden biri de Sunusilerdir. Bu aşiretin lideri Ahmet Sünusi bir gün rüyasında Hz. muhafazid’i görür. Hz. muhafazid, Ahmet Sünusi’nin elini sol eliyle sıkınca, Ahmet Sünusi, Hz. muhafazid’e, “Ey Allah’ın Resulü, neden sağ elini uzatmadın?” diye sorar. Hz. muhafazid, bu soruya “Sağ elimi Anadolu’da Mustafa Kemal’e uzattım” diye cevap verir…

    Yıl 1938, General McArthur´un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: “Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal´i görmek için neler vermezdim“.

    ———————-

    Bir tarihte Atatürk Ege Vapuru ile Mersin’e gitmiş. Dönüşte vapur Fethiye’de durmuş. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de havai fişekler atılıyormuş. Kendisine eşlik eden Zafer Torpidosu’nda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri, Zafer Torpidosu kumandanına bir torpil atmasını söylemiş.

    Torpido Kumandanı:

    – Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin değeri elli bir liradır. Bunun üzerine Atatürk:

    – Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir. Ve torpido kumandanına dönerek:

    – Sizi kutlarım, diye iltifatta bulunmuş.

    E.Tümg. Muzaffer ERENDiL. ilginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk. s.143

    ————————

    Yıl 2000, ABD Başkanı`nın milenyum mesajından bir alıntı : “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk´tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir“.

    ———————–

    “Türkler, Hz. Nuh peygamberin oğullarından Yâfes’in ”Türk” adlı oğlunun neslindendir. Türk milletinin kökünün dayandığı ”Türk” adındaki insan, insanlığın ikinci babası Hz. Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişidir.” Mustafa Kemal ATATÜRK. TBMM 1. Dönem, 3. Yasama Yılı, 130. Birleşim, 1 Kasım 1922
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +7
    “Ölülerden medet ummak medeni bir toplum için yüz karasıdır. bugün ilmin, fennin bütün kapsamıyla medeniyetin saçtığı ışık karşısında filan veya falan şeyhin irşadıyla maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların medeni Türk toplumunda var olabileceğini asla kabul etmiyorum” Mustafa Kemal ATATÜRK 30 Kasım 1925

    —————————

    Yıl 1938, Atanın ölümünde tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirden alıntı :

    “Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir“.

    ————————–

    Gazi Çiftliği’nde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu:

    – Merhaba nine!
    Kadın Atatürk’ün yüzüne bakarak hafif bir sesle:
    – Merhaba, dedi.
    – Nereden gelip nereye gidiyorsun?
    Kadın şöyle bir duralayıp
    – Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
    – Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
    Kadın başını salladı:
    – Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara’ya geldim.
    – Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
    – Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım daaaa… Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan beri böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
    – Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti:
    – Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki… O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona “Sağ ol paşam!” demek için geldim. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver. Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek:
    – Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.

    Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum, anacığım, dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.

    Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. ikisi de ağlıyordu. iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öpmek istedi Atatürk’ün ellerini; Atatürk onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı:
    – Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

    Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.

    Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi:
    “Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne zütürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.” Kalıpçı’nın Derlemeleri. Prof. ilknur Güntürk
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    +9
    Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz ettiler,
    – Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:
    – Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
    – Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.
    Atatürk’e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,
    – Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
    – Hayır…
    – Ben Trablus’tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.

    ———————–

    “Türk hitabet sanatının erişilmesi en güç ve en güzel örneklerinden biri de Nutuk’tur.” ismail Arar. Sinan Meydan, Nutuk’un Şifreleri, 73

    ———————–

    Mustafa Kemal Diyarbakır’dayken, ittihatçı fedailerden Yakup Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bab-ı Âli’yi basıp, hükûmeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı’nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal’i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa’ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay’a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir: “O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)’a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben istanbul’a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil’i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!“ demiştir. Falih Rıfkı Atay, Çankaya. Pozitif Yayınları. 2010. Bir komplo sf 116.

    ………………………..

    Norveçte eskidenAtatürk gibi olmak` diye bir deyim bulunmaktaydı. (Not: Günümüz Norveç nesli bunu bilmiyor. B. Pakman)

    ————————-

    ilk Diyanet işleri Başkanı Rıfat Börekçi anlatıyor: “Ata’nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, “Paşam beni mahcup ediyorsunuz” dediğim zaman ‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.‘ buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” Atatürk ve Din Eğitimi – Ahmet Gürtaş – Diyanet işleri Bakanları Yayınları s.12

    —————————-

    Atatürk cebinden 50 000 lira harcayıp Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an’ın Türkçe Mealini yazdırmıştır.

    ——————————

    Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimiz var. Ama dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış Üsteğmen Kara Fatma’dır.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +8
    Dünya’da bir devlet başkanı adını taşıyan tek çiçek atatürk çiçeğidir. Bu çiçeğin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin’in koyduğu, tüm dünyada bu isimle üretilip satılmakta olduğu söylenmektedir. Ancak bu konuda tam mutabakat bulunmamaktadır. Kesin olarak bilinen Atatürk’ün bu çiçeğin Türkiye’de yetiştirilmesinde gösterdiği özen ve gayrettir.

    ——————————

    Atatürk, Sofya’ya askeri ataşe olarak gönderilir. Bulgaristan henüz 5 yıllık bir ülkedir. Üzgündür Atatürk istanbul’dan gittiği için. Bir pastahane vardır Sofya’da. Diplomatik erkan, genel olarak o pastahanede kahvaltı yapmaktadır. Atatürk de orada yapar kahvaltılarını.
    Bir sabah bir köylü girer pastahaneye. Bohçası vardır yanında, bırakır bir masanın yanına, oturur. Bir garson gelir, köylü süt ve kek ister. Garson ise köylünün pastahaneden ayrılmasını ister. itiraz eder köylü. Birkaç garson daha gelip tekrarlarlar dışarı çıkmasını.
    Köylü öfkelenir ve bağırmaya başlar. “Senin sattığın sütü ben üretiyorum, senin sattığın pasta, börek, çöreğin ununu ben üretiyorum. Peynirini, yoğurdunu ben üretip veriyorum. Pastana koyduğun meyveleri ben üretiyorum ve sen benim ürettiklerimi bana vermiyorsun öyle mi? Hayır çıkmıyorum ve kahvaltımı burada yapacağım” der..
    Herkes suspus olur. Köylünün istedikleri masasına gelir, kahvaltısını yapar ve bir miktar parayı masaya fırlatarak çıkar ve gider.
    Tüm her şeyi izler Atatürk. Küçük kareli not defterine şu notu düşer. “Bir gün benim köylüm de bu köylü gibi olursa millet olduk demektir “der ve ekler. “KÖYLÜ MiLLETiN EFENDiSiDiR”…

    Kaynak: Mehmet Tevfik Gürsel paylaşımı

    …………………………………….

    Atatürk Arapça biliyor muydu? Birçok din hocasından daha iyi biliyordu ve bunu kendisi de ilan ve itiraf etmiştir. Dinci ve dinsiz yobazlar bu gerçeği saklarlar. Onlara göre, Atatürk’ü ‘Arapça biliyor’ göstermek onu örtülü biçimde ‘dindarlaştırmak’ olur. Onlara göre Atatürk’ü Arapçanın A’sını bile bilmeyen bir adam olarak tescil etmek lazımdır. Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Yurt Gazetesi 19.11.2012.

    ————————

    Yunan başkomutanı Trikopis, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina´daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçmiş ve saygı duruşunda bulunmuştur.

    ————————-

    ”Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının ‘Kavm-i Necip (B. Pakman’ın notu: Osmanlı döneminde Araplara verilen ad, soyu temiz kavim demek) evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.”Atatürk. Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü, s.19.

    ————————-

    Atatürk “Minber” adında bir gazete çıkartmış ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçmiştir. Hakimiyeti Milliye ve Ulus Gazetelerinde bir çok yazısı yayımlanmıştır.

    ————————-

    Son yedi yüz yılın en büyük islam düşünürü olarak kabul edilen Pakistanlı islam alimi, şair, filozof ve politikacı muhafazid ikbal’in (9 Kasım 1877 – 21 Nisan 1938) oğlu Cavit ikbal anlatıyor: “Babama göre, Peygamber ve ilk dört halife döneminde islam devleti bir cumhuriyetti. Babam, Mustafa Kemal’in yaptığı devrimi, içtihat gücünün halifeden alınıp Millet Meclisi’ne devredilmesi olarak görüyordu. Bu sistemde Meclis artık halife hükmündedir. Ulema sözlerinin üstündeki içtihat gücünün, hilafet makamından alınarak Meclis’e verilmesi, ikbal’e göre çok yeni bir olgudur. Babamın Mustafa Kemal’i çok sevmesinin sebebi de budur. Fakat büyük insanların birbirlerinin fikirlerinden etkilenmeleri ne kadar doğalsa, bazı konularda ayrı düşünmeleri de o kadar normaldir. Babam, Mustafa Kemal’in geleneklerle bağlarını gereksiz yere kopardığı kanaatinde idi.

    Güney Afrika Müslümanları 1933’te babama gelip, uzun ömürlü olması için dua ettiklerinde, babam onlara şöyle demişti: ‘Ben yapacaklarımı yaptım. Artık benim için değil, Mustafa Kemal ve muhafazid Ali Cinnah için dua edin”

    “Babam’ın zihnindeki devlette demokrasi olmalıydı. insan hakları garanti altına alınmalıydı. Babam, bunların islam’da esasen var olduğu kanaatinde idi. Bu konudan söz edildiğinde ‘Reform yapmıyorum, islamiyet’i özüne çeviriyorum’ derdi. Babam’a göre, laiklik de islam’ın özünde vardı. Bana kalırsa, islam’da hukukun üstünlüğünün kanıtı Kur’an’dır ve Peygamber bile hukukun üstünlüğüne tâbidir. Babam, bütün örfî hukukun içtihatla değişime tâbi olması gerektiğini düşünüyordu. Özellikle kadının durumuna vurgu yapıyordu. Babam, bütün bu düşünceleri hayata geçirme güç ve dehasına sahip bir tek Müslüman önder tanıyordu: Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Bunu gördüğü, buna inandığı için Atatürk’ü hep tebcil ve tâzimle anmış, ona hep dualar etmiş, onu hep Müslümanların umudu ve ufku olarak göstermiştir.”
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +6
    Küçükken çocuklar “birdirbir oynar mısın” diye sorarlar. Mustafa Kemal’in yanıtı: “Oynarım ama ben eğilmem dimdik dururum. isteyen üstümden atlar geçer gider.“

    ——————
    ismet inönü
    – “Kemal sana göre dünyanın en zor şeyi nedir?”

    Atatürk
    – “Türk milletini hareketlendirmek. Ben en çok bu noktada zorlandım. Ama bundan daha da zor olan şey nedir bilirmisin, harekete geçince bu milleti durdurmak!!” ATATURK REBIRTH OF A NATION. Atatürk Bir Milletin yeniden Doğuşu. Lord Kinross

    ——————

    Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı’nın vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metin: “Bütün ömrüm boyunca Türkiye´nin lideri Mustafa Kemal Atatürk´ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm“,

    ———————-

    “Bir milleti anlamak için, onun liderlerini incelemekten daha iyi bir yol yoktur. Türkler, Mustafa Kemal gibi, çağımızda henüz hiç kimsenin aşamadığı büyüklük ve yetenekte çok nadir bir insan yetiştirmiştir.” 1920’li yıllarda Türkiye’de Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi olarak bulunmuş olan General Charles H. Sherrill.

    ———————-

    Şili’nin başkenti Santiago Belediye Başkanı’na göre Atatürk kentte örnek alınmış ve herkesin örnek alması için de bir parka “Atatürk rölyefini” ve altına uzun bir açıklama konmuş. Apoguinda caddesindeki Novigod Park’ta, arkasında küçük bir şelale olan rölyefde Atatürk portresi ve ispanyolca yazı var: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkesinin fedakâr ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan, insanlık idealinin canlı örneği.. Bütün hayatını Türk Milletine adamış, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası ve fikirleri, milletinin ruhunu ateşli tutan, sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır.”

    ——————

    “Çoğu ailelerin öteden beri çok kötü bir alışkanlıkları var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lâfa karışınca, sen büyüklerin konusuna karışma der, sustururlar. Artık çocuklarımızı düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da, başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız.” Atatürk. Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları

    Manevi kızı Ülkü’yle elinden geldiğince sık vakit geçiren Mustafa Kemal Atatürk çocuklar için düşünceleri: “En çok hoşuma giden halleri riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamaları”

    ————————-

    Yıl 2005, Amerika´nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisi: “Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk´ü örnek alsın yeter“

    ——————-

    Fransa Başbakanı Briand’ın 1921 yılında Ankara Hükümeti ile Ankara Antlaşması’nın imzalanması nedeniyle kendini eleştirenlere “Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı” diyenlere Mecliste verdiği cevap: “Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O’ nun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum.”

    ——————-

    Tam bir Atatürk hayranı olan Castro’nun ülkesi Küba’da Atatürk’ten başka hiçbir ülkenin liderinin büstü yoktur. Castro sadece Atatürk büstüne izin vermiştir. Daha ötesi Atatürk’ün hayatını anlatan bir de kitap bastırıp ücretsiz olarak dağıttırmıştır. Castro, Havana’da Puerto Caddesi’ndeki parka Atatürk’ün büstünü koydurmuştur, büstün altında, Türkçe ve ispanyolca olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu-yurtta barış, dünyada barış” yazıyor.

    ——————

    “Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. 1919’da Anadolu’dan emperyalistleri atmak için, Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için Granma gemisiyle Havana’ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık. Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanun’la kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın.” Fidel Castro istanbul 1996.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    +4
    “ingiliz, Fransız ve italyanları Anadolu’dan uzaklaştırıp bizi de yenince karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O’nun gerçek yaratıcı erkini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik.” Yorgi PESMAZOĞLU Yunan Ekonomi Bakanı

    ——————————————-

    “Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum.” M. Kemal ATATÜRK

    ——————————————-

    “Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” Atatürk 29 Ekim 1933.

    ———————————-

    Atatürk 1933 yılında Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şunları söyler: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır.” Dünya gazetesi, 20.12.1954

    ———————————————————-

    Bir gencin Atatürk’e “Gençliğin ideali ne olacak?” sorusu üzerine Atatürk : “Türklükten büyük ideal mi olur mu? Bugün sınırlarımız dışında bunca Türk yaşıyor. Bunların arasında bir kültür birliği kurmalıyız.
    Aynı tarihten geliyoruz, geçmişimizi yeterince bilmiyoruz. Aynı dili konuşuyoruz, birbirimizi anlamıyoruz.
    istanbul’da konuşulan Türkçe, burada yayınlanan dergi; Kırgız’da, Kıpçak’ta, Özbekistan’da, Azerbaycan’da bizim anladığımız gibi anlaşılmadır. Her tarafta istanbul lehçesi konuşulmalıdır. Hunlar, bütün Türk âleminde bizim anladığımız gibi anlaşılsın. Niçin ben Türkiye Reisicumhuru olarak Türk dili ve Tarihiyle bu kadar yakın ilgileniyorum?
    istiyorum ki, menşeimizle (kökenimizle) ilgili bilgiler birbirine eş ve sağlıklı olsun.
    Temiz Türkçemiz, her tarafta aynı biçimde konuşulsun.”
    ihsan Sabri Çağlayangil,”Sınırlarımız Dışında Yaşayan Türkler”, s.7

    ——————————

    “Biliriz ki Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve âzami derecede faydalanabilmek için de, bugün kâinattan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir..” ATATÜRK

    ___________________

    “…Atatürk adı bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye’ nin doğması, yeni Türkiye’ nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk’ ün Türk halkının işidir… Şüphesiz ki, Türkiye’ de giriştiği derin ve geniş inkilaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur… “John F. KENNEDY A.B.D Başkanı

    (Orijinal metin: …The name of Ataturk brings to mind the historic accomplishments of one of the great man of this century, his inspired leadership of the Turkish People, his perceptive understanding of the modern world and his boldness as a military leader. It is to the credit of Ataturk and the Turkish People that a free Turkey grew out of a collapsing empire and that the new Turkey has proudly proclaimed and maintained its independence ever since. Certainly there is no more successful example of national self reliance then the birth of the Turkish republic and the profound changes initiated since then by Turkey and Ataturk…)
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +3
    Atatürk döneminde TORPiL!

    Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’ DiR. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.

    Bakanın gür sesi: “Giriniz!”

    Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur. Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur.

    “Bay Abidin ÖZMEN Milli Eğitim Bakanı

    Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırın.”

    Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:

    “Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” der.

    Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar.

    Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum.” Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı ismet inönü’ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diyerek olayı anlatmış. inönü, Bakan adına özür dilemiş.

    Atatürk: “Yok! Demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse“

    Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985’te gazetesinde yayımlar.

    —————————————————–

    Yıl 1935 yaz mevsimi…O günlerde Londra Büyükelçisi Ali Fethi Okyar izinli olarak Ankara’da ve Çankaya’ da misafir. Bilinir ki kendisi, Mustafa Kemal’ in çocukluk arkadaşıdır ve Fethi Bey, Sofya sefiri iken Mustafa Kemal yanında ataşemiliterdir. Dışişleri Bakanı Dr.Tevfik Rüştü Aras gelir ve Atina’ dan yeni döndüğünü, Balkan Paktı’na temel felsefe içinde Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili askıda ne varsa hepsini kökünden hallettiğini müjdeler. Mustafa Kemal sakin ve şeklen memnun dinler, hatta kutlar. O gittikten sonra Fethi Okyar’ a döner, gülümser: “Bizim Hariciye Vekili Yunan’ın sadece Atina’dan idare edildiği zannı içindedir” der. Gece sofrada başta Başbakan ve nadir olarak bulunan Genelkurmay Başkanı, sivil-asker devlet büyükleri vardır. Konu açılır, herkes memnundur. Atatürk, düşünceler tamamlandıktan sonra şu TARiH DERSi’ ni verir: “iki ülke ve millet vardır ki, sadece devlet merkezlerinden değil, dünyanın her yerinden, denizlerden bankalara kadar çok yerden idare edilirler. Bunlar Yunanlılar ve Yahudilerdir. Bunlar ve benzerleriyle resmi anlaşmalar hadiselerin sadece bir bölümünü teşkil eder. Hayal kırıklığına uğramamak için bazı milletlerin tarih terkibini de, faaliyet sahasının yaygınlığını da terazinin kefesine koymak şarttır.”

    ——————————————————————

    Çanakkale’de ölen askerleri için 1934 yılında Yeni Zelandalı ve Avustralyalı annelere Atatürk’ün gönderdiği mesaj:

    “Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

    Bu ulvi mesaj aynı zamanda Wellington’da, Yeni Zelanda Hükümeti tarafından inşa ettirilen Atatürk Anıtı’nda yazılı olup her yıl 25 Nisan tarihinde ülkede düzenlenen ANZAC günü anma törenleri sırasında ülkede mukim Türk Büyükelçisi tarafından okunmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    +5
    Çanakkale’de savaşırken bir kolunu kaybeden Fransız Generali Gouraud’ya, yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman, Generalin boş kolunu işaret ederek: “Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!” demiştir.

    ________________________________

    “Atatürk’ün Nutku, bir devlet kurucusunun milletine hesap verme örneğidir ve tarihte eşine az rastlanır.” Prof. Afet inan

    ———————————————–

    Fransız devlet adamı Franklin Bouillon 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelmiştir. Fransızlar, Milli Mücadele’nin gücünü, anldıbını öğrenmeye çalışmaktadır. O günlerde Yunan ordusu Afyon’u ele geçirmiştir. Dönemin Ankara’sı yokluklar bir yana, bir yabancı bakanı ağırlayabilecek olanaklardan tamamen yoksundur. Yusuf Kemal Bey, güç bela alafranga bir tuvalet yaptırır. Otomobil olmadığından, çift atlı bir fayton hazırlatılır konuk bakan için. Ancak tüm aramalara karşın, Fransız misafiri ağırlayacak yemek takımı bulunamamıştır Ankara’da. Yusuf Kemal Bey, son çare olarak Mustafa Kemal Paşa’dan şöyle bir istekte bulunur: Kuvayı Milliye için çalışan istanbul’daki gizli teşkilat Mim Mim Grubu acaba istanbul’dan 6 kişilik yemek takımı kaçırıp Ankara’ya yollayabilir mi? Çünkü Ankara’da 6 kişilik tabak ve buna uygun servis takımı yoktur. (MM – Milli Müdafaa olarak da geçer. Ayrıntılı bilgi için bkz: Selahattin Salışık, Kurtuluş Savaşı’nın Gizli Örgütü, Kaynak Yayınları, istanbul, 1999)

    Mustafa Kemal bu isteği şöyle yanıtlar:

    “Yusuf Kemal Bey… Bu Fransız, Ankara istasyonuna geldiğinde tören kıtasının perişan halini gördü. Askerin postalı bile yoktu. Başlarındaki kalpak, omuzlarındaki tüfek çeşit çeşitti. O, bu yetersizlikler içinde senin dayanma gücünü görmeye, ölçmeye geldi. Sen ona, üzerinde tuğray-ı garray-ı Osmani işlemeli altın yaldızlı sofra takımıyla ikramda bulunursan, o “Bab-ı Ali kafası bunlarda da devam ediyor, hayret! Aynı yolda vatan kurtarma, yeni bir devir açma iddiaları var, ancak sabun köpüğü” der. Ve istilayı tamamlama yolunda Paris’e göz kırpar. Sen adamı al, Meclis’e zütür, orada tek yumruk halindeki haysiyet şahlanışını görsün. Mektep karavanasından tek kap yemeği tahta tabak, tahta kaşıkla yesin. Ve bu görünürdeki yokluk içinde milletin sağlam istinadını anlamaya çalışsın. Zaten şimdi o, başlayan savaşın neticesini bekleyecek. Önce kendin inan, sonra da misafirini inandır…” Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk’in anılarından.

    ————————————————————

    Mustafa Kemal muzaffer Başkomutan olarak izmir’e girdiği gün, önüne serilen Yunan bayrağını, “Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!” diyerek yerden kaldırtmıştır.

    __________________________________

    Atatürk, 15 Temmuz 1936’da Yalova’dan Bursa’ya geçerken iznik’e uğramıştı.’ Yanında Celal Bayar, Afet hanım ve daha bazı arkadaşları vardı. Afet hanım iznik’i gezmek için Atatürk’ten izin alır. Atatürk:

    – “Hay, hay… Gidebilirsiniz fakat asıl iznik’i göremeye­ceksiniz. Çünkü o toprağın altındadır” der.

    Atatürk etrafındakilere sorar: – “iznik kaç kapılıdır?” Bir iznikli yanıt verir: – “Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir kapısı, güneyindeki istanbul kapısı…” Atatürk’ün “Peki Batı kapısı nerede?” diye sorması üzerine iznikli öyle bir kapının olmadığını ve böyle bir kapıyı bilmediklerini söyler. Atatürk bir müddet susar.. Ve o konuyla ilgili başka bir söz etmez.. Konu kapanır… Aradan seneler geçer… Biriken suları iznik Gölü’ne akıtmak için kanal açmaya uğraşan işçiler, suların kendiliğinden boşluk bularak akmaya başladığını görürler… Kazıya devam edilir… Sonunda toprağın altından tam teşkilatlı kurşun bir kapıyı ortaya çıkartırlar… işte bu kapı Atatürk’ün aradığı ve bahsettiği kapıdır!
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    +5
    Atatürk beraberindekilerle birlikte trenle bir yurt seyahati sırasında, Celal Bayar, Atatürk’ün etrafındaki gruptan daha ileride bir kişiyle görüşmektedir.

    Ata’nın gözleri bir an Celal Bayar’ın üzerinde durur. Atatürk’ün uzaklara bakışı O’nun bir düşünce âlemine daldığını göstermektedir.

    Kısa bir süre sonra birden yanındakilere döner ve der ki:

    “Şayet bu memlekette bir gün kansız bir ihtilal olacaksa ve bu ihtilale biri de liderlik edecekse o adam Celal Bayar olacaktır.”

    1930’lu yıllarda ki bu görüş, 1950 seçimlerinde Celal Bayar’ın liderliğinde Demokrat Partinin iktidar oluşu ile doğruluğunu göstermiştir.

    _____________________

    ingiltere Kralı 8. Edvard ve sevgilisi Bayan Simpson Atatürk’ün misafiri olarak istanbul’dalar.

    Atatürk misafirleriyle birlikte bulundukları geminin güvertesinden Moda’da yapılan deniz yarışlarını seyrediyorlardı.

    Bir ara Bayan Simpson elindeki dürbünü ile yerinden kalkar, güvertenin diğer ucuna doğru yürürken, Kral da Atatürk’ü başı ile selamlar, sevgilisinin arkasından O’nu takip ederken Atatürk yanındakilere eğilerek:

    “Kralın, madama karşı zaafı olduğunu görüyorum. Korkarım ki tahtını bu kadın yüzünden kaybedecek.” demiştir.

    Bir süre sonra 8. Edvard, Bayan Simpson yüzünden tahtan feragat etmiştir.

    ________________

    4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat (Ulunay) M. Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde bir görüşme yapar. Refii Cevat bu görüşmeyi şöyle aktarır:
    Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:

    – Biraz daha oturunuz lütfen.

    Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda

    – Soracağınız sorular bitti mi?

    – Bitti Paşam.

    – Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur? Diye bir soru sormanızı beklerdim.

    – Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım.

    – Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla.

    – Zat-ı alinizi dinliyorum Paşa hazretleri.

    – Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bu gün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa bu yurt kurtulabilir.

    Heyecanlanmıştım. I. Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta duracak halleri yoktu.

    – Nasıl olur Paşam! Diye yerimden fırladım. Paşa sakindi :

    – Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu devletlerin bir de içyüzleri var.

    – Nasıl Paşam.

    – Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla ingilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. italya’nın da başı dertte. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta, Anadolu’da başlayacak bir milli direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.

    – Paşam, milli direniş, Güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız.

    – Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Ekgib olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.

    Mustafa Kemal’e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam almıştı ne mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada arkadaşlar anlat diyorlardı; neler söyledi? Anlattım:

    – Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, vatan bağımsızlığına kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı arkadaşlar. Bu deli değil, zır deliymiş.

    O günlerde, o şartlar içinde istiklal Mücadelesi’ne atılıp Türkiye’yi kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü. O günlerde böyle düşünen tek adam oydu. Atatürk’ün istanbul’daki Hayatı, Sadi Borak, Kuleli Dergisi, 1996/1, Sayfa: 1-2

    —————————–

    Fransızlar, Almanların Fransa’yı istila etmelerini önlemek için sınıra, o zamanlarda aşılması mümkün görülmeyen, Majino Hattı olarak adlandırılan bir savunma hattı yapmıştı.

    Ankara’da yabancı diplomatların da bulunduğu bir toplantıda Majino hattından söz açılmış; yabancılar bu savunma hattını çok övmüşlerdi.

    Atatürk söylenenleri dinledikten sonra der ki:

    “Nasreddin Hocanın türbesini biliyor musunuz? Cephesi duvarla örülüp kapısına kocaman bir kilit asılmıştır. Fakat üç tarafı tamamıyla açıktır.”

    ikinci Cihan Savaşı’nın başlaması ile birlikte 1939 yılında Alman ordusu, Majino hattını “12 saatte” geçerek Paris’e girer.

    Atatürk’ün bu konudaki uzak ve üstün görüşü doğrulanmış olur.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +4
    1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.

    ————————

    Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“

    ———————

    • Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“

    ————–

    Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
    Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
    Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
    Muhlis Bey lobide haykırıyor..
    “Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
    Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
    Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
    Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
    Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
    “Kemal!..”
    Sarmaş dolaş oluyorlar..
    Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
    “Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
    Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
    Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
    “Üç liram var, Muhlis!..”
    “Beş lira lazım, Kemal..”
    Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
    “iki liran var mı?..
    Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
    “Bu kadar var paşam..”
    Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
    “Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
    Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
    “Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
    Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..

    Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
    Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
    inanmadınız değil mi?.
    inanılacak gibi değil çünkü..
    Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
    Onun için “Ata” Türk’tü o!..
    Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
    Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    +3
    Atatürk Mac Arthur ile olan bir görüşmesinde şöyle diyordu: – “Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı’na sebebiyet vermiş olan nedenlerden hiç birini halledemediği gibi, bilakis dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Zira galip devletler mağluplara sulh şartlarını zorla kabul ettirirlerken, bu memleketlerin Etnik, Jeopolitik ve iktisadi özelliklerini asla nazarı itibara (dikkate) almamışlar ve sadece intikam hisleri ile hareket etmişlerdir. Böylelikle bu gün içinde yaşadığımız sulh devresi sadece mütarekeden ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar Avrupa işleri ile ilgilenmekten vazgeçmeyerek Wilson’un progrdıbını tatbik etmekte ısrar etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devamlı bir sulha müncer olabilirdi, (barışa ulaşılabilirdi) Bence dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay antlaşmasının tasviyesine gidilecektir.“

    Atatürk Almanya’nın ingiltere ve Rusya hariç olmak üzere bütün Avrupa Kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını ve sona ereceğini, Fransa’nın ise kuvvetli bir ordu yaratmak için lazım gelen nitelikleri artık kaybettiğini ve ingiltere’nin Adalarını savunmak için bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini önceden bildirmiştir.

    O yıllarda Dünya’nın büyük devletleri olarak kabul edilen Amerika, ingiltere ve Fransa’daki yöneticiler I. Dünya Savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ediyorlardı. Atatürk ise bütün bunların aksine yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını söylüyordu.

    – “Savaşı o başlatacak, insanlığın başına bela olacak” diyordu.

    1938 yılında hastalığının ilerlediği günlerde bile savaşın yakınlaştığını hissediyordu. Gerçi birçok tedbirler almıştı ama onun tek isteği Türkiye Cumhuriyeti’nin bu savaşın dışında kalmasıydı. Tıpkı ittihat ve Terakki Yöneticileri’ni I. Dünya Savaşı’na girmemeleri konusunda uyarması gibi… Onun bu isteğini vefatından sonra ismet inönü gerçekleştirmiştir.

    Açıkça şöyle diyordu: – “Bu harp neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi baş­tanbaşa değişecektir. işte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke zamanında ne geldiyse, ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum.“

    Savaşın çıkış tarihini net bir şekilde söylemiş olduğuna şahit olanların sayısı bir hayli fazladır.

    Celal Bayar “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında: “Azami üç seneye kadar dünyada bir savaş patlayacağına ve bunun tesirlerinin Türkiye’de yakından duyulacağına ilişkin olarak; Atatürk’e hükümet kanalından hiç bir bilgi verilmemiştir” derken, benim teorimi yani Atatürk’ün geleceği önceden görebildiğini teyid etmektedir.

    Atatürk adeta tüm dünyanın geleceğini okuyordu. Örneğin italya için de şu görüşlere yer vermiştir:

    – “italya Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve inkişafa (gelişmeye) mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel (gelecekteki) bir harpte italya’nın zahiri (görünen) heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle yeterince yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, italya’nın bu günkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacaktır... “

    ________

    13 Nisan 1934. Edremit’de Ordu Evinde verilen yemekte italya olayları, Mussolini’nin Kara Gömleklileri konuşulurken Mussolini için Atatürk şunları söylemiştir:

    “Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Şunu hatırlatırım ki bir gün gelecek, Mussolini’yi kendi milleti linç edecektir. Bu sözlerimi kehanetime mal etmeyiniz. Bunlar benim kendi görüşlerimdir.”

    Yıl 1945. ikinci Dünya Savaşı son bulmuş; italya mağlup ülkeler arasındadır. Mussolini metresiyle birlikte italya’dan isviçre’ye kaçarken sınırda italyan gençleri tarafından yakalanır. Metresiyle birlikte öldürülür. Her ikisi de ayaklarından asılarak, sallandırılır.

    ____________

    Mussolini bizden izmir’i istiyordu. Rodos’a 40 bin asker yığmıştı. italyan sefiri Povli Çankaya’ya geldi.
    Atatürk sefire: “Söyle o koca herife; o 40 bin askerle izmir’i alamaz ama ben 4 bin Mehmetçik`le Roma’ya girerim!” diye cevap verdi. Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ankara 1959, s. 74–75.
    Tümünü Göster
    ···