/i/Tespit

  1. 51.
    +1
    Ahlak dinden (tüm dinleri ele alarak tabi) -asla tamamen olmasa da bir nebze- bağımsız olabilir ama inançtan bağımsız değildir. Ki din, ahlak ve inanç birbirine sarmaşık gibi dolanmış, kökü ucu kolay ayrıştırılamayacak şeylerdir.

    Özellikle inanç buradaki en karmaşık kavram. Bir ateistin de iyi bir insan olabileceğine "inanılır". Lakin bu dine sığmaz. Öte yandan aynı din içerisinde, aynı nesne ya da eylemlerin de farklı çıktıları olabileceğine inanılabilir. mezhep buradan doğar.

    Bu üç kavram tek bir kelime formunda birbirinden ayrılsa da yaşamın pratiğinde birbirlerinin aralarına serpiştirilmiş detaylar şeklinde neşet ederler. Hiçbiri diğerinin çatısı olmaz.

    Haçlı Seferleri esnasında türlü ahlaksızlık gayet dine uygun şekilde yapıldı. Benzeri Orta Doğu'da her gün yaşanıyor.

    Peki nasıl çıkarız bu işin içinden?

    Hah, işte burada atlanılan asıl kavramlar "hukuk" ve "bağlam"dır. Erişilmeye çalışılan şey adalettir aslında. iyilik kadar geniş ve belki de muğlak bir kavramı toplumsal pratiğe indirirken başvurulan filtre adalet kavramıdır.

    Adalet ülküsü, hukuk ile sistematize edilip işleyişe dökülürken, hukukun en çok baktığı şey "bağlam"dır.

    Biri birini öldürmüş. Nasıl? Hangi durumda? Ne gerekçeyle? O birileri kim?

    Bağlamı vermeden yargı koyulamaz. Ahlak için de aynısı geçerlidir, inanç için de, din için de. Misal
    Hitler milyonlarca kişiyi öldürmüş ve daha da öldüreceğini beyan ederken, O'nun yaşama hakkını tüm diğer insanlar gibi sarsılmaz bir yere mi koyacağız?

    Şimdi...

    Elimizde 5 kavram var. Bunların hizmet ettiği nihai şeyi doğru saptayamazsak, esasa ulaşamaz haliyle de usül farklılıkları tartışmasında boğuluruz.

    Hukuk, bağlama bakarak adaleti sağlamaya çalışır. Adalet ise, bağlama (koşullara) bakarak kişi ya da zümreler arasında "çatışmasızlık" sağlamaya çalışır.

    inanç bu çatışmasızlığın insan aklı ve kapasitesi ile ulaşılabilir olduğunda kanaat kılmaktan başka bir şey değildir aslında (-ki bu kanaat kılma yani irade dahilinde, bilinçli tercih konusuna geleceğiz birazdan). Din ise bu çatışmasızlığa ulaşma çabasına bir nedensellik ekler. "Peki niçin çatışmamalıyız?" diye sorulduğunda bunun faydalı mı, zorunlu mu, koşullara bağlı mı olduğunu bize anlatır. Hatta bu çatışmasızlık halini insanlar arasındaki ilişkilerden de daha geniş bir alana taşıyıp doğa ile, soyut olan ile, Yaratıcı ile çatışmama ilkesini koyar.

    Aslında çatışmasızlığa ulaşmak ise temelde tek bir şeye bakar:

    Çatışmasızlığın kendisine.

    Zira barış, kendi kendisinin mükafatıdır.

    Bu arada; komünizme (tarihsel materyalizme) karşı getirilebilecek tek felsefi eleştiri de budur belki de. Diyalektiği yani en katışıksız haliyle çatışmayı merkeze alan ama bunun anlaşılmasını çatışmasızlığa ulaşmak için araçsallaştıran bir düşünce, maddenin tabiatı gereği varolan bu çatışma halini, ancak insana maddeyi aştırtarak gerçekleştirebilecektir. Zira maddeler evreni olan doğanın bir sabiti olarak çatışmayı aşmak aslında doğayı aşmak demektir.

    Peki insan, doğanın ötesinde olana (yani aşkın olana) dokunmayı hedeflemeden doğayı aşmayı hedefleyebilir mi?

    Doğanın tüm fiziksel ve beşeri koşulları topldıbına "tarih" dersek, bir çatışmalar anlatısı olan tarihten yola çıkılarak çatışmasızlığı yakalamak hangi aracı ile mümkün olabilir?

    Din?
    Ahlak?
    inanç?

    Ya da hepsinden kıymetlisi:

    istenç. Yani özgür irade. Başka bir gerekçeye yaslanmadan, sırf insan böyle istiyor diye çatışmamak... Sonunu bilmediği yolda, bedel ödeyerek iyi olmak... Hiç bir baskı ve yönlendirme altında kalmadan! Yapabileceği en üst şey olaran iradeyi pratiğe geçirme ve bilinçli bir seçim yapma kaidesiyle sırf o iradenin kendi kendisini hiçbir etkiye maruz bırakılmadan en çıplak haliyle gerçekleştirebilmesi, insanın, insan olmayı istemesi, çatışmasızlık idealini mümkün kılan şeydir.

    Cennet, teslimiyet, iman, inanç, ahlak, din tam da budur.

    Ben, bana nerden geldiğinden ve kökeninden bağımsız olarak, sadece elimde olduğundan emin olduğum irademle, "iyi" olmak istersem ve bir de üstüne bedel ödeyerek iyi olabilirsem, herkesten güçlü, herkesten daha fazla imkana sahip, herkesten daha fazla güvende olacağımı bilmeme rağmen kendimden eksilterek öteki olanda da aynı duyguyu, imkanı ve arzuyu uyandırabilirsem, o zaman konumuz bir zemine oturur.

    insan, -eğer gerçekten isterse- adil olur. insan -eğer gerçekten isterse- huzur hüküm sürer. En güçlü olanın gücünden vaz geçebildiği ve "Sana feda olsun, yeter ki üzülme!" diyebildiği yerde, ahlak, din ve inanç sessiz bir kararlılıkla birleşip tek ve bölünmez bir şey olur.

    Ki bu durumun idrak edilip hayata geçirilmesine de "kemâle ermek" denir.

    Sevgi, Adem ve Havva'nın Cennet'ten men edilirken yanlarında getirdikleri bozulmamış tek şey belki de. Korku, şüphe, çıkar, çatışma, yorulma, emek, takas gibi şeyleri hep yer yüzünde öğrendik.

    Ama sevgi, doğanın doğalında arasanız bulabileceğiniz bir şey değildir. Doğada hep bir plan, bir fayda vardır. Fayda gözetilen yerde sevgiden bahsetmek mümkün olmaz. Ve yine, insanın iradesinin %100 özgür olduğunu, fayda sağlama kaygısının bile etkilemediği bir noktada salt şekilde tecelli etmesi ancak sevmekle olabilecektir.

    Velev ki insan bilmiyor ve bilemeyecek olsun. Ki aşkların en büyüğü, kavuşmanın imkansız olduğu sevgiliye yönelir. Bu sevgili, yine bilemeyeceği kesin olan insanın seveceği "bilme" halinin kendisidir. Bilmediği şeyi sevemeyeceği aşikar olan insana, önce bilmeyi sevmesi tembih edilmiştir bu yüzden.

    Ve denmiştir ki:

    "Oku!"

    Umudum o ki bir gün sıyrılacağız hepimiz bu sevgisizlikten. Yer yüzü, aşkın yüzü olacak, göklerden aşk doğup aşk batarken...
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      ebenin amı amk
      ···
   tümünü göster