1. 1.
    0
    Kaybolmak ve yitip gitmek. Bu şekilde söylendiğinde gerçekten kulağa korkutucu geliyor. Oldukça tüyler ürpertici. Yüksekliği belli olmayan karanlık, sesinizi kimseye ulaştıramayacağınız bir çukurda yıllarını geçirmek... Öğretilmiş olan tek gayenin çukurdan yukarı tırmanmak olduğu bir yaşam çizgisi... Her zaman yüzeye çıkmanın veya buna uğraşmanın doğru şey olduğu öğretilmiş. Bu yüzden bunun aksi arzuları kendine ihanet ediyormuş gibi hissettiren onca zaman... Ancak ne yukarı tırmanırken mutlu olabilmişti, ne aşağıda kalmayı isterken. Gerçekten istediği hiçbir zaman yukarı çıkmak olmadı. Yukarıyı anlamsız buluyordu. Yukarı çıktıktan sonra etrafında olabilecek şeyleri umursamıyordu bile. Ama çıkmalıydı. Ne pahasına olursa olsun. Çünkü böyle öğretilmişti. Kendisine itiraf etmekten çekindiği durum ise, hayır, diğer insanlara itiraf etmekten çekindiği durum ise, asla yukarı çıkmak istememesiydi. Yukarı çıkmak istememesinin sebebi bunun zor veya imkansız olduğunu düşündüğünden değil. Yukarıda canının yanacağını da düşündüğünden değil. Cevap aslında çok basitti. Aşağıda olmak rahattı. Rahatsızlık veren bir şey değildi. Diken gibi batan bir şey değildi. Hakkında endişelenmesi gereken bir şey değildi. O karanlık, insanların değil inmek, bakmaya bile korktuğu o çukurun en dibinde bulunmak, onun için büyük bir haz kaynağıydı. Çukurun içinde bulunan birkaç yol arkadaşı ile beraber gayet mutlu bir hayat sürüyordu. Bunu çok sonradan farketti ancak farkettiği anda, o bütün eski hayal kırıklıkları ve yorgunluklar üzerinden tüy gibi uçup gitmişti. Bunu farkettikten sonra sadece bir şey onu endişelendiriyordu. Bunu insanlara nasıl anlatacaktı? Çünkü bunu duyan insanlar, çukurda yaşamaktan zevk almanın adeta çılgınca geldiğini ve sorunlu insanların böyle bir durumun içerisinde olabileceğini söylüyorlardı. Sonra bir şey daha farketti ki aslında diğer insanlara bunu açıklamak gibi bir zorunluluğu yoktu. insanların onun hakkında sorunlu veya normal diye düşünmeleri onun umurunda değildi. Zaten "sorunlu" kimdi, "normal" kimdi? insanların kendi oluşturdukları normlara uygun olmayan insanları, durumları ve davranışları "anormal" veya "sorunlu" diye addediyor olması onun değil, insanların sorunuydu.

    Çukuru sevip yukarıyı sevmemesinin elbette belli başlı sebepleri vardı. Bunları yadsımak çok yanlış olur. Öncelikle, yukarısı yetersizdi. Yukarısı, onun günlük hayatını geçirmek isteyeceği bir ortam değildi. Günlük konuşmalar onu geriyordu. Bunu beceremediğinden olduğunu düşündü her zaman. Ancak sonra farketti ki, bu gerilme beceremediğinden değil, sadece o "havadan, sudan" diye tabir ettiğimiz günlük konuşma tarzından hiç hazzetmediğindendi. Sadece, bu ona göre değildi. insanların konuşulup konuşulmaması pek bir önem arzetmeyen konulardan dakikalarca konuşması hiçbir zaman onun anlayabileceği bir durum değildi. insanlar bundan nasıl zevk alıyorlardı? Neden böyle bir konuşmaya ihtiyaç duyuyorlardı? Akıl sır erdiremiyordu.

    Yukarıyı sevmemesinin bir diğer sebebi, yukarının sadece bir hologram olmasıydı. insanlar gerçek olmayan şeylerle o kadar çok uğraşır olmuşlar ki... Hatta, bu hologramların gerçekliğine kendilerini öyle bir kaptırmışlarki... Konuşurken dağıtılan sahte gülüşler, ilgi çekme çabaları, abartı, gereksiz tepkiler... Diğer insanların gözünü boyama sanatı resmen yukarıda yaşamak. Kendi gerçekliğini reddedip, hologramlara kendini kaptırmak ve bunların gerçekliğine kendini zorla inandırmak.

    Elbette yukarıda bu hologramlardan ve yetersizliklerden kendini arındırmış insanlar yok değildi. Bu insanlar neden çukuru seçmedi sorusunun cevabı ise bunun bir tercih ve zevk meselesi olmasından kaynaklı. Kimisi geceyi sever, kimisi gündüzü. O hologramların arasında dolaşırken, hologram olduğunu bilmek ve bununla dalga geçebilmek, tüm o yetersizlikleri yoksayabilmek... Onların yaptığı da zor zanaat.

    Onun gibi insanlar için çukur, her zaman yukarıdan daha güzel bir yer olacaktır. Onları garipsemekten vazgeçin.
    ···
   tümünü göster