/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +1
    Delikanlı o noktaya gelinceye kadar neler yaşamıştı kim bilir? “Ben iyiyim doktor abi, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim bekliyorum.”

    Böyle demişti Hüseyin, daha odaya ilk girişinde. On sekiz yaşındaydı. Şizofreni hastasıydı. Gözlerinde hayalet görmüşçesine bir korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu. Çocuk gibiydi tavırları. Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir çocuğun o problemsiz, saf dünyasına dönmüştü sanki. Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya kapılarını kapatmıştı. Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı. Neyi neden yaptığını, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu ailesi. insanlardan kaçıyor, bazen kendi kendine birşeyler konuşup gülüyordu.Ama gariptir, halinden memnun görünüyordu. Ve yerli yersiz aynı sözü tekrarlayıp duruyordu :”iyiyim ben iyiyim. Sağa çektim, bekliyorum.”

    Şizofreni biyolojik ve genetik faktörlerin yanı sıra, dünyada bir parçalanmaya yol açabiliyor, bu da sonunda gerçeklerden tamamen kopmayı ve bir hayal dünyasında yaşamayı netice verebiliyordu. Bu noktaya gelene dek neler yaşamıştı kimbilir?

    Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği tokattı. Oyundan eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak etmişlerdi. “Geldim işte sevinin” dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu bakışları, yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı. Neye sinirlenmişti babası, bilemedi. Çok korktu ve yatağına gidip ağladı.

    Babasının asabi olduğunu, bazen işten eve gergin geldiğini, o yüzden ufak şeylere sinirlendiğini, aslında iyi bir insan olduğunu, zamanla annesinden öğrenmişti. iyi de kendisinin ne kabahati vardı ki? Hem babası : “Sizin için çalışıyorum, ablanın ve senin geleceğiniz için yoruluyorum”demiyor muydu? Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu için bizi dövmesi nasıl işti? Bizden intikam mı alıyordu yoksa? Neden ki? Bazen aslan oğlum, akıllı oğlum derdi babası kendisine bazen de salak, haylaz. Ne zaman, nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini kemiriyordu. Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime güvenebilirdi ki?

    Annesi babasının aksine, çok şefkatliydi. Bir o kadar da evhamlı. Devamlı peşinde dolaşır, hasta olacaksın der, başka bir şey demezdi. Bu aşırı ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama seviyordu kendisini, dövmüyordu ya, yetebilirdi bu. Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi gerekiyordu ama olsundu.Hep sevildiğini bilmek güven vericiydi zira. Ama maalesef her zaman sevmiyordu annesi onu. Uslu olduğu zamanlarda geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani. Annesinin hoşlanmadığı bir şey yaptığında: “Seni doğuracağıma taş doğursaydım” sözünü sık sık duydu.Bir gün dayanamayıp: “Acaba benim gerçek annem – babam siz değil misiniz?” sorusunu sorduğunda, annesi öfkeli gözlerle, “Saçmalama salak” diye bağırdı. Bu cevap acaba ne anlama geliyordu?

    Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi. Daha doğrusu, öyle hissediyordu. içeriden bağırışlar gelir, yanlarına gidince susarlardı. Bir şey yokmuş gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir gerginlik olurdu. içini dağlardı bu gergin dönemler. Neydi problem, anlayamadı hiç. Neden anlatmazlardı ki. Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet etsinlerdi. Böylesi daha mı iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk olmuştu artık.

    Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyif biraz yerine gelirdi. Ana baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında gülümserlerdi çünkü. Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan görmek hoşuna gidiyordu. Hoşuna gidiyordu da, neden bizbize iken böyle davranmıyorlardı ki? Biz komşulardan daha mı değersizdik.
    ···
   tümünü göster