/i/İnanç

İnanç
  1. 1.
    +145 -13
    http://www.imgim.com/gokyuzunun-deliniyormus-gibi-gorunmesine-sebep-olan-ufo-bulutlari-h1447796090-925d1e.jpg

    Beyler geçmişten günümüze kadar bir çok kitaplarda bir şekilde öğrendik ki Türkler Gök Tanrı'ya inanıyorlardı. Bunda hepimiz hem fikiriz. Şimdi asıl konuma geleyim. Eski destanlarla başlamak istiyorum.

    Altay efsanelerinden birinde şöyle yazmaktadır : “ Ne Ay ne Güneş varmış, insanlar uçarlarmış. Uçanlar ısı verir, ışık saçarlarmış. insanoğlu yaşarmış Tanrı’nın göklerinde. Ne suç ne günah varmış insanın köklerinde. ihtiyaç duymazmış ne ay, ne güneşe. Tanrı’yla yaşarmış yokmuş gerek bir eşe ”

    Bu efsanede Tanrı’nın gökleri cümlesinde açıkça başka gezegenlerden bahsedilmektedir. Uçan nesnelerin ısı ve ışık vermesi UFO tanımlamalarında kullanılan en belirgin özelliklerdendir. Bahsi geçen insanlarınsa bedensel olarak uçabilmeleri mümkün değildir. Böyle bir eylemin yapıla bilmesi için teknolojik bir takım araçlara ihtiyaç vardır.

    Çok eski bir Türk mitolojisinde ise şu cümle dikkat çekmektedir.
    “Gökten inen ateş, gök Tanrısı’nın oğludur ”.

    Bilge Kağan isimli büyük Türk hükümdarının kendi adına yaptırdığı kendi anıtında ise kendisinin şu sözüne yer almaktadır.

    “ Ben göğe benzer, gökte mevcud olan Türk Bilge Kağan’ım ”






    Oğuz Kağan Destanı

    Eski Türk hükümdarı Oğuz Kaan’ın Destanı’nda, gökyüzünden gelerek Oğuz Kaan’ın çadırına inen “ ışık kız ” ve “ kurt ”tan bahsedilmektedir. Burada açıkça gökten inen bir kızın tasviri yapılmakta ve bu “ışık kız”ın dünyalı Oğuz Kaan ile evlendiği anlatılmaktadır:

    “Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan, bir yerden Tanrı’ya yalvarmaktaydı. Karanlık geldi, gökten bir gök ışığı düştü. Günden ay, aydan parlak idi. Oğuz Kağan yürüdü, gördü ki bu ışığın arasında bir kız var idi. Yalnız oturur idi. Güzel görüklü bir kız idi. Onun başında ateşli, ışıklı bir beni var idi, altın kazık ( kutup yıldızı ) gibiydi. O kız, o kadar görüklü idi ki gülse mavi gök güler, ağlasa mavi gök ağlardı. Oğuz Kağan, onu gördükte usu kalmadı. Gitti, sevdi, aldı. Onun ile yattı. Dileğini aldı. Döl - boğaz ( gebe ) oldu. Ertesi gün oldukta Oğuz Kağan’ın çadırına gün gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü, gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. ”

    Destanın bir başka bölümünün de ise şöyle denmektedir : “ Yine yolda büyük bir ev gördü. Bu evin duvarı altından idi, delikleri dahi gümüşten, damı demirden idi. Kapalı idi. Anahtar yok idi. içeri de bir iyi usta er var idi. Onun adı Tömür’dü. Kağul denen idi. Ona yarlığı kıldı ki: Sen burada kal, aç. Damı açtıktan sonra gel orduya dedi. Bundan ona KALAÇ adını koydu. ileri gitti. ”

    Göçebe çadırlarında yaşamaya alışık bir topluluk için hayli farklı bir ev olsa gerek. Dış yüzeyi madenle kaplı olan bu ev kimler tarafından yapılmıştı? Kapısının olmaması açıkça bir UFO’nun yere inmiş haldeki durumunu gözler önüne sermiyor mu sizce de?




    “Bu Dokuz Oğuz’lardan türeyenler Kumlanço adı verilen ülkede oturdular. Burada Hulin adı verilen bir dağ vardı. Bu dağda Tuğla ve Selenka adında iki ırmak vardı. Bu ırmakların arasında iki ağaç vardı. Bu ağaçlardan biri kayın, öbürü de çam idi. Bir gece bu ağaçların üzerine gökten bir ışık indi. Gün geçtikçe ağaçlardan birinin karnı şişti. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnında bir kapı açıldı. içeride ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş çocuk göründü. Daha çocuklar doğmadan bu ağaçların etrafında gümüşten bir daire türemişti. Ağaçlardan müzik sesleri geliyordu. ”
    Burada belirtilen “ gümüşten daire ” açıkça bir UFO’yu tasvir etmekte, ayrıca müzik benzeri sesinin de kaynağı bu araç olsa gerek.






    Türeyiş Destanı’nın Buğu Tekin ve Gök Kızı bölümünde ise açık bir yakın temas olayı görülmektedir : “ Buğu Tekin bir gece otağında uyumakta iken, birden bire pencerenin açıldığını, içeriye gökten gelen güzel bir kızın girdiğini gördü. Buğu Tekin neye uğradığını anlayamadığından gözlerini kapayarak uyur gibi yaptı. Kız, Buğu Tekin’i uyandırmak için çok çalıştı, bir türlü uyandırmadı. Ümidini keserek pencereden çıktı, gitti. Ertesi gece kız yine geldi. Buğu Tekin kendisini yine uykuda imiş gibi gösterdi. Kız bu defa da uyandıramadan gitti. Sabah olunca, Buğu Tekin kızın tekrar geleceğini düşünerek, buna bir çare bulmak üzere konuyu vezirine açtı. Vezir dedi ki: Bunda korkacak bir şey yok. Belki hepimizin sevineceği hayırlı bir iş vardır. Her halde bunun gelişi size kutlu bilgileri öğretmek içindir. Yarın gece gelirse artık kendinizi uykuda göstermeyin. O zaman niçin geldiğini anlarsınız dedi. Üçüncü gece kız yine geldi. Ama bu defa Buğu Tekin onu karşıladı, saygı gösterdi. Bu kız vezirin tahmin ettiği gibiydi. Gerçekten bir tanrıça ve gökten gelen bir kızdı. Buğu Tekin’e yeni bir din göstermek için gelmişti. Buğu Tekin’e: Arkamdan gel dedi. Buğu Tekin, kızı takip etti. Gittiler. Nihayet Ak Dağ’a ulaştılar. Buğu Tekin’e yeni bir dinin gizli taraflarını anlatmaya başladı. Bundan sonra kız otağa gelir. Buğu Tekin’i Ak Dağ’a zütürürdü. Bu hal çok gece devam etti. Buğu Tekin yeni dinin esaslarını ve sırlarını öğrendi. Bir gece artık bu görüşmelerin sonu idi. Kız veda ederken (Gökte, yerde ne varsa hepsini öğrendiniz. Ben artık gelmeyeceğim) dedi. ”
    Burada açıkça dünya dışı bir kadınla yapılan yakın bir temas söz konusudur. Evrensel bir bilgi alış verişi yapıldığı son cümlede oldukça açık bir biçimde vurgulanmıştır.






    1915: Çanakkale Savaşı sırasında meydana gelen ve esrarı hala çözülemeyen bir başka olay da şöyle gerçekleşmiştir: 28 Ağustos 1915 sabahı bir ingiliz alayı, Anafartalar’daki Suvia Koyunda, 60 nolu Kayacıkağlı Tepesi yakınlarında, yerdeki garip bir bulutun içine girdi ve bir daha asla görülemedi. Ardından bu alayın kaybolduğu raporu verildi. Raporu imzalayan Sappers F. Reichart, R. Newness ve J.L. Newman tanık oldukları olayı şöyle rapor etmişlerdi:

    “Güneş doğduğunda hava gayet açıktı, görünürde tek bir bulut yoktu. Ancak 60 nolu tepe üzerinde ekmek biçimindeki bulutlar, 6 ya da 8 km.lik bir hızla güneyden esen rüzgara rağmen pozisyonlarını hiçbir şekilde değiştirmedikleri gibi, rüzgarın etkisi altında da sürüklenmediler. Yerden 150 m. yukarıda yer alan gözlem noktalarımızdan görüldüğü kadarıyla, yaklaşık 60 derecelik bir yükseklikte öylece asılı duruyorlardı. Bu bulut grubunun tam altına rastlayan yerde, arazi üzerinde aynı biçimde olan ve sabit duran, yaklaşık 250 m. uzunluğunda, 60 m. yüksekliğinde ve 60 m. genişliğinde bir bulut bulunuyordu. Bu bulut tamamen yoğundu ve hemen hemen katı bir madde yapısında görünüyordu. Tüm bunlar yerdeki bulutun 2500 m. kadar güney batısında, Rododendron Dağı Burnu üzerindeki siperlerimizde yerleşmiş bulunan NZE 1’inci Sahra Bölüğünün 3’üncü Takımının 22 askeri tarafından gözlemlenmişti. Gözlem noktamız 60 nolu tepeye 90 metre kadar yukarıdan bakıyordu. Sonradan anlaşıldığına göre, bu tuhaf bulut kuru bir dere yatağının ya da çökmüş bir yolun üzerinde bulunuyordu ve arazi üzerinde böylece dururken, yanları ile uçlarını mükemmel bir şekilde görebiliyorduk. Öteki bulutlar gibi açık gri renkteydi.

    Daha sonra birkaç yüz kişiden oluşan bir ingiliz alayının bu tepeye doğru ilerlediğini fark ettik. Erler oradaki tepenin üstündeki bulutun içinde kayboldular. Daha sonra bu bulut yükselerek Trakya’ya doğru ilerlemeye başladı.”

    Söz konusu alay kayıp olarak bildirildi. ingiltere Türkiye’den bu alayı geri istediğinde, Türkiye böyle bir alaydan haberi olmadığını, esir almadığını bildirdi.

    Sonuç:

    Dünyada ilk bulunan icatların büyük çoğunluğu Türklerindir. Atı evcilleştirmek, Matbayı bulmak, ilk düzenli ordu, Arabayı bulmak, demircilik ilk Türklerde başlaması vs. vs. Ayrıca Bizlerin sürekli çağ açıp çağ kapamızda tesadüf olamaz. Bunlar tesadüfmüdür kafa karıştırıcı. Üstelik Atalarımız hep "Göklerden geldik." demiştir. Çanakkale olayı da kesin bir belgedir. Televizyonlarda vs. belgelerle gösterildi. O bulut şeklindeki uzay gemisi bize yardım etmiştir. Belki de eski çağlardan itibaren dünya dışı varlıklar bizlere yardım ediyor. O dönemlerde biz onları Tanrı zannetmiş olabiliriz. Acaba gerçekten Göklere mi dayanıyor soyumuz, yoksa göklerden gelenler bizlere yardım mı ediyor.





    Edit: Son olarak şunu da paylaşmak istedim. Peygamber efendimizi takip eden bulut hadisesi, Hz. isa'nın beyaz bir ışıkla göğe yükselmesi, Hz. Musa'nın Denizi ikiye yardığında gökteki bir yıldızın onu takip etmesi. Hepsi uzay gemisi olabilir.

    Bazı arkadaşlar Türk Piramitlerini ve Mu kıtasını yazmamı istemişti. (bkz: türk piramitleri ve mu kıtası)
    ···
   tümünü göster