/i/Dertleşme

Derdini anlatmayan derman bulamaz..
  1. 1.
    +19
    ENES ÜTĞM. iÇiN..

    ​Ihlara vadisinin kenarında, başı dumanlı Hasan dağının kıyısında, Aksaray’da dünyaya geldi, 1988 yılında, Güzelyurt kasabasında.

    1924’teki mübadele sırasında bugünkü Makedonya topraklarından göçen Türkler yerleştirilmişti oralara… O nedenle sarışındır hep Güzelyurt’un insanı, tıpkı Mustafa Kemal gibi… Enes de öyleydi.

    Kendini bildi bileli subay olmak istiyordu. Sınava girdi, kazandı, Işıklar Askeri Lisesi’nin yolunu tuttu. Ailesine çok düşkündü. Çocuk yaşta hasret zordu ama, hayalini gerçekleştirdiği için çok mutluydu. 2007’de diplomasını alırken, mezuniyet yıllığına şunları yazdı:

    “Beni yetiştiren ve bu kutsal yuvaya yollayan biricik anneme ve babama, mülakat sınavından önceki gece yüzüm yara olmasın diye gece boyunca başımda sinek avlayan dedeme, her türlü desteğini benden esirgemeyen anneanneme, yengelerime, dayılarıma, kardeşime ve yeğenlerime sonsuz şükran ve minnet duygularımı belirtmek istiyorum. Sizler çölde bulduğum çiçeklersiniz, bu çiçeklerin yaşaması için gerekirse kanımla sularım.”

    19 yaşındaki delikanlının yüreği buydu. Sevdikleri için canını ortaya koymaktan çekinmeyen bir karakterdi.

    Harp Okulu’na devam etti, üst seviyede başarıyla mezun oldu.

    Hayata gülümseyerek bakardı. Herhangi bir zaman, herhangi bir konuda dargın, kırgın, üzgün veya umutsuz olduğunu hatırlayan yok. Sadece gözleri değil, sesi bile gülümserdi, daima neşeliydi.

    Rock müzik severdi. Metallica’nın Duman’ın hayranıydı. Ama, Neşet Ertaş’ın Zeki Müren’in ve Zülfü Livaneli’nin yeri ayrıydı, rakının dibine vururlarken, kadeh kaldırırlarken illa onları dinlerdi.

    Triatloncuydu. Üç branşın birarada yapıldığı, 1.5 kilometre yüzülen, 40 kilometre bigiblete binilen, 10 kilometre koşulan, mukavemet sporu… Yorulmak bilmezdi. Komando kurslarının dayanılmaz eğitimlerinde soluk alma güçlüğü yaşanırken, karda-yağmurda herkesin burnundan kan gelirken, bizimki şarkı söylerdi.

    Elit birliğe seçildi, bordo bereli oldu. Yurtdışına kursa gitti. Elbette nerelerde görev yaptığını yazamam ama, Kıbrıs’ta Kuzey Irak’ta bulundu.

    Kıbrıs’tayken Eljanna’yla tanıştı. Hollandalıydı. iki kız arkadaş tatile gelmişlerdi. Hani ilk görüşte aşk derler ya… Bizimki öyle oldu, adeta çarpıldı. Arkadaşlarına heyecanla anlatırken “sarı saçları çölden, mavi gözleri denizlerden çalıntı” diye tarif ediyordu. Gel gör ki, Eljanna’nın pek niyeti yoktu. Malum, Türk erkeklerinin tatil çapkınlıkları pek meşhurdu, Enes’in ilgisini de öyle zannetti, yüz vermedi, ülkesine döndü. Bizimki peşini bırakmadı. Allem etti kallem etti, mektup yazdı, internetten yazdı, telefon etti, sevimli sevimli fotoğraflarından gönderdi, çiçek gönderdi, şiir miir, bağladı… Atladı Hollanda’ya gitti. Eljanna Türkiye’ye geldi. Üç yıl böyle sürdü. Aşkları iyice alevlendi, ayrı yaşamaları artık mümkün değildi, evlilik kararı aldılar. Eljanna memleketini bıraktı, Türkiye’ye, Enes’in en sevdiği şehire, izmir’e yerleşti. Enes bu taşınma sırasında güneydoğuda görevdeydi, gelemedi. Ankara’da yaşayan anne-babası izmir’e geldi, müstakbel gelinlerinin taşınmasına, evi temizlemesine, eşyalarını yerleştirmesine yardımcı oldular. Düğün için, bu yaza niyet vardı.

    Ve… Açılım ihanetinin kaçınılmaz neticesi olarak, şehir savaşı başladı. Enes, Cizre’deydi. Teröristlerin sözde karargahına 20 metre mesafede bir binaya konuşlanmışlardı. Aniden, hedef binadan “bixi” tabir edilen makineli tüfek kusmaya başladı. Enes’in bulunduğu odanın duvarları delik deşik oldu, tesadüfen vurulmadı. Gereken cevap verilip, hedef yokedildikten sonra, çıktı geldi arkadaşlarının yanına, sigara yaktı, her zaman olduğu gibi gülümsüyordu. “Dokuz candan sekizi gitti, tek canla counter strike oynuyorum” dedi.

    Counter strike, teröristlerle mücadele edilen bilgisayar oyununun ismiydi. Henüz bir dakika önce ölümden dönmüştü ama, hâlâ espri yapıyor, can pazarını bilgisayar oyununa benzetiyordu. Korku denilen kavram, bu kahramanın yaradılışında yoktu.

    Mermi yememişti ama, yüzüne, sol elmacık kemiğinin üzerine cam parçası saplanmıştı, gözü kılpayı kurtulmuştu. Bu çatışma nedeniyle “yara beratı, gazilik listesi” hazırlandı. Listede Enes de vardı. Duyar duymaz koştu komutanlarının yanına, ismini listeden sildirdi. “Asla kabul edemem, bu sıyrık için gazilerimizin suratına nasıl bakarım” dedi. Hakkı olan yaralanma iznini bile reddetti.

    Cizre temizlendi.
    Sur’a geçti.

    Altı katlı bir binada keskin nişancı iki terörist vardı. Binanın konumu çok önemliydi. Dört sokağın kesiştiği köşe başındaydı, o bina alınmadan, o sokaklara girilemiyor, komşu binalara müdahale edilemiyordu. Tank atışı yapıldı. iki terörist öldürüldü. Bina ağır hasar almıştı. Ancak… O dört sokakta pozisyon alan teröristleri hareketsiz bırakabilmek için, o binaya mutlaka girmek, o binayı mutlaka elde tutmak gerekiyordu.

    Enes’in başında bulunduğu tim, arka tarafına açılan delikten binaya girdi. 12 kişiydiler. Katlara dağılmaya başladılar.

    O sırada… Çaprazdaki binadan roket fırlatıldı. Kolonlardan birine denk geldi. Tank atışıyla ayakta durmaya mecali kalmayan bina, kulakları sağır eden bir çatırtıyla çöktü. Mahalleyi toz bulutu kapladı.

    Enes üsteğmen ve 11 bordo bereli astsubayımız, enkaz altında kaldı. Dokuzu kendi imkanlarıyla çıkmayı başardı. iki astsubayımız şehit olmuştu. Maalesef yazarken bile çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum… Sol kolu beton blokların arasına sıkışan Enes kendinde değildi, ağır yaralıydı ama, nabzı atıyordu. Yaşıyordu.
    ···
   tümünü göster