/i/Dertleşme

Derdini anlatmayan derman bulamaz..
  1. 1.
    +24 -1
    Aldığınız her nefeste, kaburgalarınız, soluğunuza, bıçak gibi saplandı mı? Kaç kez kayboldunuz, ezbere bildiğiniz semtlerde? Masada duran rakıdan, bir duble almadan bile, dilinizin ucu uyuştu mu hiç?

    Ölüme hep yakındım, belki hep bir adım gerisindeydim. Aylardan ağustostu. Akdeniz’e açılan, tanımadığım bir şehirdeydim yine ve yine. Ait olmaktan korkuyordum. Zaman kavramından da öyle… Bir şehre ait olmaktan korkacak kırılmışsa en hassas yanlarınız, muhtemelen içinizdeki çocuk erken büyümek zorunda kalmıştır. Sustuklarınız hep dilinizin ucundadır ve zaman zaman biri dokunursa şayet, dudaklarınızın altı paramparça olacaktır. Yarısında sustuğunuz tüm cümleler ve yarısında kapattığınız tüm şarkılarda muhakkak kurban gittiğiniz bir cinayet saklıdır.

    Yanıma yaklaştı, kokusunu hissedebiliyordum. Yakıcı ağustos sıcağı saçlarımıza çöküyor, bizi ter kanter içinde bırakıyordu. Siyah bluzunun her yanına parfümüm bulaşmıştı ve attığı her adımda birbirine karışan parfümümüzün kokusu genzime doluyordu.

    Gölge bir yer aradı, ürkekti. Adımları, gözbebekleri, sesi… Gözlerinde sustuğu çok şey saklıydı. Daimi bir acının orta yerinde, susmayı tercih edenlerdendi. Bir konuşsa, zehir gibi yakacaktı cümleleri, hissedebiliyordum. Acıları küf tutmuştu ve gözyaşlarının bile akmasına müsaade etmiyordu. Bir kez ağlasa, yağmura dargın ağustos gibi suskun gözleri, kim bilir neler söylerdi? Ağlamak, insanın en saf halidir. Gözleri hep ağlamaklıydı, insanı birkaç cümle sonra gözyaşlarının göz pınarlarında hazır olduğuna ikna ederdi. Dolu bakıyordu. Acısı gülüşlerine taşıyordu. Tebessümleri buruktu.

    Bir çıkmaz sokak bulduk. Yanıma yaklaştı. Bir kadına dokunmak hiç, teninizi acıttı mı? Vücudunuzda adını sanını bilmediğiniz ücra noktalarınıza garip bir sancı saplandı mı? Kemiklerinizin içi sızladı mı hiç, bir kadın karşısında?

    Karşımdaydı, belki ilk ve son kez. Belki de yalnızca ilk kez. Bilmiyordum, ancak zaman biliyordu. Bir enkazın ortasında karşılaşmıştık. Acılarımızın tonu ortaktı. isimler farklı, şehirler farklı, caddeler farklı ama acıların rengi birbirine çok yakındı. Ses tonunda sakladıkları, bazen kursağıma takılıyor, beni de nefessiz bırakıyordu. Parmaklarımın ucundaki yara izleri zaman zaman yara izlerine dokunuyor, canı yanıyordu. En hassas yanlarından yaralanmıştı. Sessizliğinin her santimetrekaresinde kim bilir kaç acı hatıra saklıydı. Fakat tüm bu acılara rağmen insanın içini acıtan bir gülüşü vardı. Parçalanmıştı, tükenmişti, ömrü çıkmaz sokaklarla doluydu ve hala gülebiliyordu. Ölümü sevdirirdi insana.

    Bir kadın şayet, yüzünüze korkarak dokunuyorsa, yüz hatlarınızı ezberlemekten korktuğundandır. Yolu yalnızlıktan gelen herkes gibi, korkarak dokundu yüzüme. Elleri titredi, nefesi yüzüme çarptı. Güldüm, yarım bir gülüş koptu dudaklarından. Yüzüme tekrar yaklaştı, nefesi hızlandı. Dudakları, gözbebeklerimi perdeledi. Parmak uçları yumuşacıktı. Fakat canımı yaktı. Hangi yanıma dokunsa, tenimin o yanı acıdı. isimsiz ve zamansız bir vedaydı.

    “zaman dursun” diyeceğiniz kadar mutlu bir an için, vazgeçer misiniz koskoca bir geçmişten? insan acılarını seven bir varlıktır, bütün geçmişi, bir dudak silebilir mi tek celsede? Bir vedaya, kaç ayrılık sığar? Bir kadın ne zaman vazgeçer sevmekten? Çok kırıldığında mı, yoksa çok korktuğunda mı?

    Kırgınlıkları diz boyuydu, üstelik kendinden kaçanlardandı. Biliyordum, bir gün bendende kaçacaktı ve işte o zaman ben ona ait olmuş olacaktım. Kırgınlıktan değil, korkudan. Parmakları boynuma dokundu, dudakları boynuma… kırılacak bir nesneyi tutar gibi narin, bir ömrü sahiplenir gibi sıkıca sarıldı. Korktu. Kaybetmekten, tükenmekten ve yarı yolda kalmaktan. Yarı yolda kalmanın, göğüs kafeslerinin üzerine çöken ağır yükünü bir gece nasıl da uzun uzadıya anlatmıştı. Nefesleri yüzüme çarpıyordu, dakikaların düğümlendiği, saatlerin kaskatı kesildiği bir andı.

    Bir kadın kırıldığında değil, korktuğunda kaçar. Ve bir vedaya, bazen ismini bilmediği geçmişlere ait kursakta yarım kalmış ayrılıklar dahi sığabilir. Şeytan bir gün gelse ve korkularınızdan kurtulacağını söylese şayet, vazgeçer misiniz iyi biri olmaktan? Peki ya sevmekten, vazgeçer misiniz kaybettiğinizden korktuğunuz için? Şairin her şiiri, ayrılığa mı çıkar? Öyleyse, her ayrılığın ardında sırılsıklam bir aşk yatmaz mı?

    Ayrılık aşkın gölgesidir. Olur ya, bir gün gözünüz korkarsa ayrılıktan, gölgeden kaldırın başınızı, aşka bakın. Gölgelerin hepsi renksizdir. Renkleri gölgede değil, gölgeyi çizen nesnede arayın. Karanlıkta her kadın esmer, gece yarısı her göz siyahtır. Şayet bir kadın vazgeçmişse sevmekten, her aşk ayrılıktır.

    Kollarını yavaşça çözdü vücudumdan. Ağırlığı tenimden kalktı. , nefeslerinin ardından tekrar ağustos sıcağı yüzüme dokundu. Gitmeye yeltendi, dayanamadım, yara izlerim kanadı. Boğazım kurudu, genzim yandı, cümleler kursağıma battı. ismi dudaklarımı kesti. Cesaretimin son mecaliyle, tekrar baktım gözlerine, dayanamadım, tekrar sarıldım. Doyamadım, usulca fısıldadım, “beni bırakma” dudaklarım acıdı, dilimin ucu uyuştu. Yara izlerim sızladı, doyamadım, çözdüm kollarımı. Kaburgalarım, soluklarıma saplandı, nefesim kesildi. Nefesim kursağımda kaldı, doyamadım, gitti.
    ···
   tümünü göster