/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +1
    "Kutulardan iki tanesi de açılıp, gofretler üzerime döküldü... Sinirden beynime giden damarlar kulaklarımdan çıktı! Adamlar yardım etti bana, kalktım. Dizdik kutuları tekrar, özür falan diledim. Sonra bunu deterjan reyonunda saklanırken yakaladım. Şu perde reklamındaki kadınlar gibi beni görünce direk 'aaa' diye ciyaklamaya başladı. Herkes bize bakıyor falan... Yalvardı, bir şey demedim yine. Düşürdüm önüme... Kasadayız işte ben aldıklarımızı geçiriyorum, bu defa kasiyer kızla uğraşmaya başladı. Yaka kartına ellemeler, 'Hmm demek adınız Candan, ne tesadüf benimki de Oğuz' demeler... 'Beni de bir tur geçirir misiniz kasadan' diye espri yaptığını zannetmeler... Ulan en son çıldırdım, elimdeki kola şişesini fırlattım kafasına!"
    a-p-id="d6e8521463f53f5995ea92b2da93274c">"Allah'tan bir litreydi ha... Yoksa dünyadaki en harika mese ölüyordu."
    "Mese mi?" dedim kaşlarımı çatıp. "Mese ne be?"
    "Gizli bir örgüt. Ben kurdum. Henüz tek üyeyim ama... " Ellerini yumruk yapıp ağzına zütürdü ve hafifçe öksürdü manifestosunu okumaya hazırlanan bir lider edasıyla. "Kural bir, bu örgüte üye olanlar memeyi sembolik bir güzellik göstergesi olarak görmeli ve Kate Upton tek gerçek lider olarak alınmalıdır."
    "Kudurdun mu yine," dedim ayağına küçük bir yumruk atıp. "Ne be! Bazıları gibi," dedi Gökhan'ı işaret edip "Kız ellemek için bir yıl peşlerinde koşmuyorum. Benim görüşüm tamamen hormonlardan uzak, estetiğe yakın. Anlatabildim mi? Sadece sembolik olarak seviyorum ve ilgileniyorum." Gökhan, Oğuz'un tam ayağının ucunda duran kafasına vurdu. "iki," dedi Gökhan'ı takmayarak. "3P fetişisti olmalı üyeler. Pizza, pijama ve pislik! Örgüt üyelerinin milli yemeği pizza olmalıdır. Pizza yemeyen bir insan evladını örgüt topraklarımıza asla alamayız! Kesinlikle çeşit çeşit pijaması olmalı ve pijamanın dünyadaki en harika buluş olduğunu kabul edip bunu hayat mottosu haline getirmelidir. Ve arkadaşlarına pislik yapmak tek eğlencesi olmalı ve bu konuda olabildiğince acımasız olmalıdır. Şimdilik bu kadar. Henüz tek üye ben olduğum için kuralları yavaş yavaş belirliyorum." Tek tek odadaki herkese baktı tepkimizi ölçmek için. Hepimiz 'senin var oluşun hangi günahın bedeli' bakışı atınca bize dil çıkarıp "Siz ne anlarsınız, Fight Club gibi büyüyünce örgüte girmek için yalvarırsınız ama" dedi. Klagib Oğuz... Onun davranışlarına verilebilecek en güzel iki tepkiden biri olan yok saymayı tercih ettik o an.
    Günün devamında ben yine sıkıntıdan yerde yuvarlandım. Ali ve Sinan ile biraz Pes oynadık. Sinan'ı açık ara yenince 'Utançtan fazkalıklarım içine kaçtı' diyerek trip attı bana bir kaç saat. Oğuz bir ara Ali'nin annesinden kalma plates topuyla futbol oynamaya kalktı. Avizelerden birini aşağı indirince Ali Oğuz'u evden kovdu. Sinan akşama doğru bir ara bizle iddiaya girip yüz mekik çekebileceğini iddia edip, on iki de belini kırmak suretiyle iddiayı kaybetti. En son gece 11'e gelirken Gökhan koridorda fizikçiye küfrederek koşuyordu, gerisini bilmiyorum. Her ne kadar ben ruhumun memesi yok herhalde diye düşünsem de, aileme göre; on bir yaşında, saçları iki yandan örgülü mavi önlüklü bir kız çocuğuydum hala. Bu yüzden onlardan hep birkaç saat önce ayrılmak zorunda kalıyordum. içlerinden birisi de her defasında ben ne kadar itiraz edersem edeyim, beni eve bırakıyordu, ki bu kişi genelde Ali olurdu. O gece de olduğu gibi. Tam on iki yıldır olduğu gibi...
    Hepimiz beş yaşımızdan beri arkadaştık. Bir tek Sinan'ın ailesi O sekiz yaşındayken taşınmıştı mahalleye, o kadar. Ne yalan söyleyeyim... Kızlarla evcilik oynayarak büyüyüp, bir erkek için bir tarafımı yırtacağıma, onlarla mahallelinin camlarını kırarak büyüdüm ve şimdi tam dört tane sevgilim var. Ve bunu dünyadaki başka hiç bir şeye değişmem... Onlar benim hep sevgilim, hem arkadaşım, hem annem, hem babam, hem kardeşim... Her zaman geçtiğimiz sokak lambası, her zaman yürüdüğümüz kaldırım, her zaman geçerken burnumuzu kırıştırdığımız çöp konteynırı ve yaklaştığımızı belli eden; köşedeki minik market... Ali'nin koluna girdim yolun sonuna yaklaştığımızı fark edince. "Daha kaç yıl sen eşlik edeceksin acaba ben eve giderken çok merak ediyorum Alikuş" diye soruverdim birden.
    "Sen bir başkasını yanında görmek isteyene kadar," dedi elini omzuma atarak. "O zamana kadar hava kararınca seni eve bırakan hep ben olacağım." Kafasını hafifçe çevirip, güldü bana. Ben de gülümsemesine hafifçe gülerek karşılık verdim. "Yarın erken kalk. Kahvaltıyı bizde yapalım. Tamam mı?" deyince bbaşımı usulca salladım. "Ama bana krep yaparsan... "
    "Beceremiyorum ben o şeyi!" dedi mızmız çocuklar gibi. "Kaç kere denedim hepsinde kek gibi kapkalın oldu. Ya da yandı... Başka bir şey yapsam olmaz mı?"
    "Şaka yaptım," dedim gülerek. "Ne yaparsan yap, bu küçük Taz
    manya canavarı hepsini silip süpürecek!"
    Cevap vermedi Ali, çünkü cevap vermeye fırsat kalmadan evin önüne geldik. Kolundan kolumu çekip, hafifçe el salladım ona. O da aynısını yaptı. Her zamanki ritüel... iyi geceler yok. Sadece gülümseyin, geceniz iyi geçsin!
    • **
    On yedi yıllık hayatımda her sabaha, annemin ismimi tekrarlayarak beni çileden çıkarmasıyla başlardım bir Yaprak geleneği olarak. Ancak hafta sonları genelde çok ilişmezdi bana öğlen olana kadar. Ama o pazar günü baya erken başlamıştı ismimi sayıklamaya. "Yaprak dedim!" diye odaya paldır küldür dalana kadar kale almamıştım pek. Yorganı üzerimden çekip, "Kızım sana bağırıyorum kaç saatir, duymuyor musun?" deyince, yastığımın altındaki telefona baktım yarım açık gözlerimle. Saat 9'du. "Anne," dedim kafamı kaşıyarak ayağa kalkarken. "Beni pazar pazar bu saatte kaldıracak kadar önemli en fazla ne olmuş olabilir diye düşünüyorum da şu an... Deprem belirtisi yok, evimize düşmüş bir gök taşı olsa duyardım, yıldız kayıp bize girse hissederdim... Yani, açıklaman ne bilmiyorum ama cidden-" Eliyle ağzıma bastırdı annem. "Bu sanaymış" dedi elindeki büyükçe bir kutuyu bana uzatarak. "Aç içini hadi, meraktan öleceğim!"
    Annemin elime tutuşturduğu büyük ama hafif kutuyu kucağıma alıp, yatağıma oturdum. Uykum dağılmıştı birden. Kim bana bir kutu gönderirdi ki? "Bana baksana kız, sonunda sevgili mi yaptın?" dedi annem büyük bir coşkuyla. Annemin gözlerindeki heyecanı kırmak istemezdim ama, Yaprak'tım be ben... Sevgilim olma ihtimali, Sinan'ın fizikten geçme ihtimalinden bile düşüktü.
    "Ne sevgilisi be ana kraliçe. Bizim salaklar eşek şakası yapıyordur" desemde, kalbim biraz hızlanmıştı ne yalan söyleyeyim. Hızlıca dışındaki jelatini parçalayıp, annemin meraklı bakışları altında paketi açtım. Ve sanırım hayatımda yaşadığım en büyük şoku yaşadım... içimden kocaman bir 'yok artık' deyip paketteki elbiseyi çıkardım. Dün butikte sırık oğlanın bana denettiği elbisenin aynısıydı... Birkaç saniyelik şokun ardından elbiseyi iyice kaldırdım daha iyi bakabilmek için. O anda, elbisenin arasına sıkıştırılmış bir kağıt kucağıma düştü. Kaşlarımı çatarak, elbiseyi yana fırlattım ve kağıdı açtım hemen. Kağıtta aynen şöyle yazıyordu...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster