+2
-1
Çalinti entry ekşide okudum ben bunu. Aslı:reşat nuri güntekin'in leyla ile mecnun kitabındaki hikayelerinden biri olan "bir gümrük kaçakçılığı" buna enfes bir örnektir. yıllar içinde zaman zaman okur, gülerim. şöyledir:
iki sene evvel bir iş için fransa'ya. giden bir arkadaş anlattı: eşya olarak bir bavulum vardı. bir de
ahbaplardan birinin marsilya'daki bir dostuna gönderdiği bir acem halısı. ben ne bileyim? meğer
fransa'ya halı ithali şiddetle yasakmış.
gümrük memurları yakama yapıştılar. şaşırdım. kendi malım olsa, halıyı bırakacağım. fakat ne
yaparsın ki, emanet... bilmem ama nereden kulağımda kalmıştı?.. besbelli müslüman tebeası çok olduğu
için, fransa, ibadette kullanılan eşyadan gümrük resmi almazmış... «bakayım, bir tecrübe edeyim»
diye düşündüm... oldukça iyi konuştuğum fransızca ile gümrük memuruna dedim ki:
— ben, belli başlı bir adamım. gördüğünüz halının ismi «seccade» dir... biz müslümanlar «namaz»
ismindeki ibadetimizi onun üzerinde icra ederiz... ben, çok sofu bir insan olduğum için ibadete
yarıyan eşyamı daima beraber taşırım.
gümrük memuru civanmert, insaflı bir adama benziyordu. bir müddet burnunu kaşıyarak düşündü.
«seccade» ve «namaz» kelimelerini bana tekrar ettirerek bir kâğıda yazdı. sonra telefonu açarak
konuşmağa başladı:
— mösyö artin sergizyan... siz misiniz? siz istanbullu'sunuz... türkleri ve türkçeyi iyi bilirsiniz...
«seccade» ne demek olduğunu söyler misiniz?.. seccade... evet seccade... mersi... «namaz» ne
demek?.. müslümanların ibadeti öyle mi? âlâ... sizden bir hizmet rica edeceğim... lütfen beş dakika
için beni görmeğe gelir misiniz? ancak sizin halledeceğiniz bir mesele var da...
memur, telefonu bıraktıktan sonra bana izahat verdi:
— bu halı, hakikaten «seccade» denen ibadet eşyası mıdır? bunu tahkik etmek için, birkaç sene
evvel istanbul'dan marsilya'ya gelmis bir ermeni dostu çağırdım. beni tabiî mazur görürsünüz,
vazife...
biraz darlandım. fakat renk vermedim:
— tabiî, vazife her şeyden üstün... istediğiniz sekilde tahkikat yapabilirsiniz, dedim.
üç, beş dakika sonra mösyö artin sergizyan, gümrüğe geldi. gayet tipik bir istanbul ermenisi.
ermeni vatandaşlarımız memleketimizde çok kere bizden bizar görünürler. fakat ecnebi toprağında
rastgeldikleri zaman nedense bize karşı bir yakınlık hissederler.
sergizyan efendi, bana bir dost ve hemşehri selâmı verdi. derhal anladım ki, bu işte bana halisane
tarafgirlik edecektir.
gümrük memuru, halıyı yere yaydırdı. aksi gibi gayet biçimsiz de bir şey... eni her halde bir metre
yok... boyu buna mukabil iki buçuk, üç metre...
— müslümanların «namaz» ibadetini üstünde icra ettikleri «seccade» bu mudur?
ermeni, hiç tereddütsüz tasdik etti:
— ta kendisi.
— iyi ama bu, ibadet için fazla uzun bir şey değil mi!!! sual, gayet yerinde idi. ben önüme baktım.
fakat artiru efendi derhal büyük bir safvetle cevap verdi:
— hayır... değildir... namaz ibadeti için ancak kâfidir. mamafih, gümrük memuru hâlâ tereddüt
ediyor, düşünüyordu:
— son bir rica, dedi. efendiden «namaz» ibadetini bir kere burada gözümün önünde icra etmesini
rica edeceğim... ta ki bu hususta tam bir kanaat edinmiş olayım.
artin efendi ile birbirimize baktık. o, türkçe olarak:
— başka yol yok... çaresiz bir namaz kılacaksınız, dedi. işe daha ciddî bir renk vermek için
potinlerimi çıkardım.
pencereden güneşe bakarak kıbleyi tayin ettikten sonra ellerimi kulaklarıma kaldırdım, «allahu
ekber» deyip namaza durdum. gümrük memurunun gözünü boyamak için bir şeyler okumak lâzım,
geliyordu. fakat aksi gibi namaz dualarından hiç biri aklımda kalmamıştı. naçar, muallim naci
merhumun çocukluğumda, ezberlediğim:
«bilsem su kuzu neden gam almış? her nalesi kalbe dağzmdır!..»
şiirini makamla okudum. sonra rükûa, nihayet secdeye vardım. fakat başımı bir türlü yerden
kaldıramıyorum.
secdenin usulden fazla sürdüğünü gören artin efendi, türkçe olarak: «yeter... kalk!» dedi.
ben, bu defa yine nacinin kuzusunu okuduğum makam ile:
— nasıl kalkayım!.. herif: «seccadede daha iki arşınlık yer kaldı... bu fazlalığın hikmeti nedir?» diye
sorarsa ne cevap vereyim? dedim.
artin efendi biraz düsündü, sonra yavasça:
— bir takla at... dedi.
bu söz, bana bir vahy-i ilâhî gibi tesir etti, basım hâlâ secdede olduğu halde yavaş yavaş arka
ayaklarım üzerinde kalkındım ve yüksek sesle: «amin» diye bağırarak bir takla attım... ayaklarım
halının ucuna değmiş, hesap tamam olmuştu. biraz, sonra kolumda emanet halı ile gümrük
kapısından çıkıyordum...
reşat nuri güntekin'in anısına saygıyla...
Tümünü Göster