1. 776.
    +11 -5
    orta 1'e yeni başlamışız. sınıfta herkes yavaş yavaş birbirini tanımaya başlıyor. yavaş yavaş erkek, ergenlik, rüyalanma evrelerine geçişimiz gerçekleşmekte ve dünyaya daha başka bir gözle bakmaya ve algılamaya başlamaktayız haliyle..
    gerek orta okul atılganlığı ve gerek kendimizi tanımaya başlıyor oluşumuz sebebiyle ilk yıl bol serserilik, bol zayıf ve bol disiplin dertleriyle geçen yılımız olarak tarihteki yerini alıyor...
    araya yaz tatili giriyor; bu dönemde çalışma hayatının ağır eziciliği(evet fakiriz ve ev geçindirmek zorundayız.. tabi bu ayrı mevzu) ve bu ezicilikten kaynaklanan ağır bir kimlik bunalımıyla seyreden sessizlik, dinginlik ve ağır ruh hali omuzlarımıza çöküyor.. insanları daha iyi tanıyor ve gözlemliyoruz... içimizde heyecan ateşi sönmüş desek yeri midir, yeridir...
    orta 2'ye başlıyoruz eylül'ün ortaları... seneyi hatırlamakta zorlanıyorum, kusuruma bakmayın...
    sınıfımızda özlem adlı bir kız daha o yaşlardan okul eteğini kısaltmış, sosyete ebeveyn ve çevresi sebebiyle hafiften makyaja başlamış ve rahat tavırlarıyla olağandan farklı bir hava çizmekte... tabi sınıfın tüm erkek populasyonuda bu fındığın farkında, sağ eli sıvazda sol eliyle matematik çözmekte... bende tabi... içimizdeki ateş yeniden alevlenmiştir yani velhasıl...
    gel zaman git zaman sınıfta özlem'e yazan tek erkek biz kalıyoruz, çünkü rakiplerimizi; derslerdeki başarılı notlarımız, entellektüel zekamız, okul içindeki sanatsal faaliyetlerdeki aktifliğimiz ve tüm öğretmen tayfasıyla kurduğumuz rahat diyalgolarımız sayesinde hem eziyor hem de eliyoruz... ve bu bizde özgüven patlaması ve şımarıklığa yol açıyor...
    öyle ki, matematik için kopya yalvaranlardan tutun da, "yerine okulda nöbetçilik yapayım sen de bu arada benim kompozisyona yardım et" diyen sıra arkadaşlarımıza kadar herkes bir şekilde bize ulaşmakta ve çare aramaktalar bendenizden, bizse taşağın adeta dibine vurmaktayız...
    aynı zamanda sınıfımızda nevriye isimli oldukça bakımsız, konuşması doğudan göç etmesi sebebiyle bize göre biraz bozuk olan, güzel olmamakla beraber tarafımızca böcek gibi görülen ve değersiz addedilen bir kızda bize yazmakta, deli divane olmakta, bizle başbaşa kalıp içini dökmek için çırpınmakta, aksine bizde kızdan zütüm zütüm kaçmaktayız... zira aklımız özlem ve bacaklarında... aklımız çelinmiş işte... gerçi yaz tatilinde fuarda çekirdek ve mısır satarken turistlerin am, züt, memelerinin dibine vurmuşuz ama sınıftaki bir kıza yakın olmak başka bir şey...
    özlem de bizim fakirliğimizden adeta utanmakta, bizden uzak durmaya çalışmakta... kaç-kovala... nevriye bize, biz özlem'e sonra hepimiz uşağa...
    beden eğitimi salonunda kasa üzerinden takla atma sırasına girmişiz... saatler sabahın 9 buçuğu... ilk iki ders beden... günlerden çarşamba...
    özgüvenimiz o kadar yüksek ve okulun gözbebeği olma sebebiyle o kadar zütümüz kalkmış ki, önümüze gelene bir tekme edasıyla her şeyle taşak geçiyor, yerin dibine sokuyoruz... takunu çıkarmışız anlayacağınız...
    nevriye'nin; bu patlak tekerli yokuş aşşağı gidişe "dur" diyeceği aklımızın ucundan geçmez... hem kim ki o allasen...
    takla atma sıramızda beklerken, herkes ip gibi dizilmişken, biz otla takla dalga geçerken, beden salonunun cdıbının kenarında daha önce bir çocuk tarafından bırakılımış pis sakızı elimize alıp sıranın başında olan nevriye'ye uzatıp, "nevriye al sana sakız aldım, çiğnersin" gevşekliğimize kızın verdiği "ben sakız çınnamam" cevabına karşılık olarak "o zaman kulakların çınnasın, huhahahaha" nidalarımızın ardından kızın elini yüzüne kapatıp dersi terketmesi ilk şoka uğrattı bizi...
    ama kendimize verdiğimiz "salla gitsin, iki ağlar düzelir" telkinimiz bir ara ruhumuzu rahatlattıysa da aklımızın kurcalanmasını engelleyemedi ve kızdan özür dilemeye karar verdik...
    lakin nasıl olacaktı bu iş... daha önce sınıftaki kimseden özür dilememişiz, aksine herkesi dize getirmişiz aklımızca...
    yanına yaklaşır, "özür dilerim" der ve hızlıca uzaklaşırız diye düşünüp sabahın olmasını bekledik...
    sabah oldu, derslere girip çıkıp öğleni yaptık.. öğlen çıkışta nevriye'ye yaklaşıp "özür dilerim" deyip uzaklaşmaya kalkıştık... o çelimsiz kız kolumuzu tuttu bir anda ve "ben seni çok seviyorum, az bak sana bir şey göstereceğim" deyip kenara çekti bizi okul bahçesinde ve defterini gösterdi...
    bizle ilgili aldığı notlar, ikimizin ismini kalp içinde betimleyen çizimleri, çiçekli, renkli silgi kokulu o ilkokul küçük boy çizgili defteri kızın elinde kocaman oldu bir anda, üzerimize üzerimize geldi, hançerledi zihnimizi... adeta tekme tokat dövdü bizi o sayfalar...
    eve giderken "boşver eve gitmeyi, al bir sigara yak otur şu çayır çimende, kimsin nesin bir bak kendine" dedik ve eve geç gittik o gün...
    ertesi gün haliyle yüzüne bakamadık nevriye'nin... sadece ertesi gün değil uzun süre konuşamadık kendisiyle...
    son darbeyi yıl sonunda yine kendisi vurdu...
    bir gün yaklaşıp, "boş ver artık, geçti, üzme kendini... bende özür dilerim senden" dedi...
    sonrası sonsuz boşluk desek yanlış olmaz... sonsuz... boşluk...
    ne zaman az şımarma moduna geçsek o günler gelir aklımıza ve sakinleşiriz...
    içimizden çıkaramadığımız bir garip çocuktur nevriye... içimizde büyümüş, ruhumuzu küçültümüş...
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      gibeydin kızı amk
      ···
   tümünü göster